Kapı hakkında bir çocuğun anlayışına hitap ederek.

Kapı, insanın hayatında sıradan bir eşik değildir, duvarın ortasındaki geçit değildir, gelip geçenlerden bir iz değildir; ömrün ortasına dikilmiş en büyük imkândır, en ağır sınavdır, en keskin çizgidir. İnsan yıllarını beklemekle geçirir, önünde uyur, ardında hayaller kurar, gölgesinde yaşar, ama kapı açılmazsa bütün bu bekleyişler boşluğun etrafında dönüp durmaktan ibarettir. Çünkü kapı, insana değil kendine bağlıdır, iradesi başkasına verilmeyen, hükmü dışarıdan zorla alınamayan, açılışı bir lütuf olan, kapanışı nihai bir hüküm olan, kendi varlığına tabi bir sırdır. Ne sabır onu açar, ne yalvarış, ne kurban, ne gözyaşı; kapı açılırsa kendi istediği için açılır, kapanırsa kendi hükmüyle kapanır. İşte bu yüzden, bin yıl boyunca yanında duran bile, kapı irade etmedikçe içeri adım atamaz.

Ama bir an gelir, kapı seçer. Açılır, içerden ışık taşar, davet duyulur, çağrı gelir. O an öyle bir andır ki, bütün bir ömrü aşar, çünkü o açılış, bir kere bulunmuş, bir kere verilmiş, bir kere duyurulmuş nasiptir. Kapı açıldığında insanın tek yapması gereken vardır: girmek. O adımı atmak. Çünkü açılış tekrarlanmaz. Girmek cesaret ister, girmek karar ister, girmek ardını yakıp bırakmak ister. Fakat çoğu kez kapının kendisine kapatıldığı insan işte burada kaybeder; göz görür ama anlamaz, kulak duyar ama işitmez, kalp hisseder ama adım atmaz. Tereddüt ihanettir, korku yokluktur, gaflet bedeldir.

Kapı açıldığında girmeyen, kendi ömrünü kendi elleriyle yakandır. Çünkü tek yapması gereken bir adım atmaktır, o adım atılmadığında kapı kapanır. Ve kapı kapanınca hiçbir şey eskisi gibi olmaz. İnsan oyalanır, “nasıl olsa tekrar açılır” diyerek kendini kandırır, bekler, erteler, umut eder. Ama bilmez ki, postacı kapıyı iki kere çalmaz. Kapı bir kere bulunur, bir kere çağırır, bir kere açılır. Tekrar bulunmaz. Tekrar aransa da bulunmaz, tekrar dilense de bulunmaz. Kaç kere gözyaşı dökülse de aynı kapı bir daha açılmaz.

Kaybeden, kaybını başta inkâr eder. “Öyle bir kapı yoktu” der, “benim değildi” der, “henüz zamanı değildi” der. Ama zaman geçtikçe inkârın duvarları yıkılır. Çünkü insanın içinde kalan bir ses, sürekli tekrar eder: “Sana bir şey verilmişti, sen almadın.” Bu ses, gecenin ortasında, uykunun en derin yerinde hayalet gibi çıkagelir, gündüz kalabalıkların gürültüsünde kulağına fısıldar, yürürken adımlarının arasına girer, yemek yerken ağzındaki lokmayı kurutur. İnsan kaçmak ister ama ses bırakmaz. Çünkü kapanmış kapının en sadık hatırlatıcısı sessizliktir. Sessizlik, bütün tesellileri yutar.

Kapanıştan sonra geriye keder kalır. Keder, görünmez ama her yerde taşınır. Başlangıçta yakıcıdır, insanın yüreğini deler, göğsünü parçalar, uyutmayan bir kor gibi yanar. Sonra sanki alışılır gibi olur, fakat aslında alışılmaz; yalnızca içe çekilir, kök salar, büyür. İnsan her yeni başlangıçta, her yeni sevinçte, her yeni karşılaşmada o kederin gölgesini görür. Çünkü kapanmış kapının izi her yerde hatırlatır. Keder, insanın kendi kendine yazdığı bir cezadır: kapı açıktı, sen girmedin.

Üzüntü, bu kaybın ikinci yüzüdür. Üzüntü, sıradan kayıplarda olduğu gibi değildir. Sıradan olan geri gelir, yerine yenisi konur, vakitle unutulur. Ama kapanmış kapı geri gelmez. Bu yüzden üzüntü kalıcıdır, derine kazınır, bir ömür sürer. Üzüntü, yük gibi değil, zindan gibidir. İçerde kilitli kalırsın. Ve o zindan, insanın bütün nefesini zehirler.

Telafi arayışı başlar, çünkü kaybeden kendini avutmak ister. “Başka kapılar vardır” der, “yeni fırsatlar çıkar” der. Çıkar, evet. Ama hiçbirisi aynı değildir. Telafi etmeye çalıştıkça fark büyür, fark büyüdükçe acı artar. Bu döngü, insanı tüketir. Telafi çabası sadece zaman öldürür. Vakit öldükçe ömür ölür.

Zaman, çoğu yara için merhemdir, ama bu kayıpta düşmandır. Çünkü zaman, telafisizliği gösterir. Her geçen gün, kapanışın kesinliğini daha çok hatırlatır. Her mevsim, kapının bir daha açılmayacağını daha ağır biçimde yüzüne vurur. Zaman, acıyı azaltmaz, biçim değiştirir. Başta yakıcı olan acı, sonra sessizleşir, fakat köklenir. Kök salan şey, bütün ömre yayılır.

Ömrün geri kalanı boş akar. İnsan yaşar, güler, oynar, çalışır, sevinir, üzülür. Ama bütün bunlar bir gölgenin içinde olur. Çünkü asıl olanı kaybetmiştir. Bütün başarıları gölgelenir, bütün sevinçleri değersizleşir. Bir gün dönüp kendine baktığında, bütün hayatını tek bir cümle özetler: “Bir kereydi. Kaçırdım.” Ve bu cümle, bütün yılları siler.

Kaybedenin en ağır azabı, utancıdır. O yüzden ömrü boyunca bu adımın eksikliğiyle yaşar. Bu utanç, gizlenir, maskelenir, eğlencelerle örtülür, şöhretle saklanır, ama hiçbir şey utancı yok etmez. İnsan içten içe bilir: kayıp, kendi korkusu sebebiyle yaşandı.

Kapının hâlâ orada olması kaybı daha da acı yapar. Çünkü insan görür, bilir, ama dokunamaz. En ağır azap budur: gözünün önünde duran ama sana kapalı olan imkân. Kapı yerindedir, ama artık kapanmıştır. Bu, bitmeyen işkencedir: yanında duran ama sana kapalı olan bir hakikat, bir sabit.

Gece ağırdır. Çünkü gece, maskeleri indirir, bahaneleri susturur. Gündüz kalabalıklarla oyalanan insan, gecede yalnız kalır. Ve kapanışın yankısını duyar. “Bir kereydi, girmedin.” Bu fısıltı, uykularını böler, kalbini sıkar, ruhunu deler. Gece, kapının suretini gözünün önüne getirir, kapanış anını yeniden yaşatır. O an, ömür boyu tekrar eder.

Ölüm anı geldiğinde ise, bütün hayat tek bir noktada toplanır. Küçük sevinçler, sıradan başarılar, geçici kayıplar silinir, tek şey kalır: kapanmış kapı. İnsan son nefesinde şunu söyler: “Bir kereydi. Ve ben kaçırdım.” Bu cümle, bütün hayatın özeti olur. Bütün oyunları, bütün maskeleri, bütün yalanları siler. Geriye sadece kapanış kalır.

Kapı öyledir ki, kendi iradesiyle açılır, kendi iradesiyle kapanır. Bin yıl yanında beklesen de açılmaz, fakat bir an için seçerse açılır. O an, en büyük imkândır, en büyük nasiptir. Ama basiretsiz olan, gaflete düşen, korkuya sığınan, kapıdan girmeyeni hak etmez. O an kayboldu mu, kapı kapanır. Kapı hâlâ yerindedir, fakat artık kapalıdır. Ve kapanış, geri dönülmezdir. Çünkü postacı kapıyı iki kere çalmaz. Çünkü bir kere bulunan, bir daha bulunmaz. Çünkü kaybedilen, ömür boyu taşınır.

İnsan, ömrü boyunca bu kapanışı sırtında taşır. Ne kadar yeni başlangıç yaparsa yapsın, ne kadar yeni yol açarsa açsın, ne kadar yeni sevinçler bulursa bulsun, derininde kapanmış kapının boşluğu kalır. Ve bu boşluk, büyüdükçe insan küçülür. Çocuklarına, dostlarına, çevresine bu eksikliği bulaştırır. Çünkü eksik insan, eksikliğini farkında olmadan taşır. Böylece kayıp, bir kişiden fazlasına sirayet eder.

Bütün trajedi şudur: kapı bir kere açılmıştı. İnsan bir kere seçilmişti. O anda tek bir adım gerekiyordu. O adım atılmadı. Kapı kapandı. Kapı hâlâ oradadır, ama artık kapalıdır. Bu kapanış, bir ömrün trajedisi olarak kalır. Çünkü biricik olan, kaybolunca bir daha bulunmaz. Çünkü kaybedilen, bir daha geri gelmez.

Ahmet Turan Esin