Koku, duyular içinde en sessiz olanı, fakat ruha en kestirme yoldan ulaşanı; gözün mesafesi, kulağın yönü yok onda, doğrudan içe alınır, içe karışır, içeride kendi mekânını kurar. Civet miski, bu içe-alınışın en yoğun, en derin, en kalıcı örneklerinden biridir; bir damlası, insanın hem tenine hem hatırasına hem de adı konamayan bir iç karaltısına ve iç tatlılığına aynı anda tutunur. Civet, bir şişe içinde duran şey değil, insanın içine yerleşen bir varlık hâlidir. "Civet" için kullanılan zibâd isminin yanında misk kelimesi, tatlı bir ağırlığa işaret eder; râyiha dediğinde ise rüzgârla aynı kökten gelen bir nefes gizlidir. İsimler tesadüf değildir: rîh (rüzgâr) nasıl görünmez bir taşıyıcıysa, civetin kokusu da görünmeyeni taşır; misk kelimesi nasıl tatlı bir yoğunluksa, civet o yoğunluğun hayvansı gövdesidir. İsimler, kokunun kaderini ilan eder. Civet ilk anda serttir; burna çarpar, göğse iner, içeride bir sıcak halkaya dönüşür. Bu sertliğin ardında tenden yükselen yağ, ten ısısı ve taşıyıcı alkolün hızla kaçışı vardır; yüzey uçarken öz kalır. Civetin ilk darbesi bir uyarı değil, içeriye alınacak kalıcılığın eşiğidir. Tatlılık ile şeker aynı şey değildir; civetin tatlılığı şekerin hafifliğinden değil, gövdenin sıcaklığından gelir. O tatlılık, çiçek gibi yayılmaz; ağır ağır çöker, tene siner, kendini tenin diliyle anlatır. Bu yüzden civet, baştan çıkarıcı bir sevecenlikten ziyade, kalıcılık talep eden bir yakınlıktır. Civette katman katman konuşan bir yapı vardır: hayvansı sıcaklık; bunun gerisine çekilen sütlü kremamsılık; daha da geride tozlu bir amberimsi iz; en sonda gölgeli, isli bir tel. Katmanlar birbiriyle kavga etmez, nöbetleşe görünür. Katman, süreyi kurar; süre, hatırayı kurar. Civet, zamanı kokunun bir parçasına dönüştürür. İlk yarım saat: hayvansı gövde. Birkaç saat sonra: tatlı, süt sıcaklığı. Gün sonu: sessiz, ılık iz. Demek ki civet, anlık bir etki değil, saatleri eğip bükme sanatıdır. Her ten civeti farklı taşır; yağlı ten gövdeyi büyütür, kuru ten tatlılığı öne çıkarır; sıcak ten yayar, serin ten saklar. Civet bir formül değil, iki varlığın -koku ile bedenin- kurduğu tek seferlik bir anlaşmadır. Cazibesi kalabalıkta değil, yakınlıkta, bir el genişliği mesafede anlaşılır. Civetin sillage’ı ölçülüdür; odada bir çizgi bırakır ama bağırmaz. Aurası ise yoğun ve sarmaldır; yanına yaklaşan, içine girer ve çıkmak istemez. Civette "az" çoktur; damla büyüdükçe koku bağırır, bağırdıkça derinliği kaybeder. En doğru doz, tenin suskunluğunu bozmayan, fakat undan kalır gibi kalan miktardır. Dikkat edelim; civet, israfı sevmez; ölçü, kokunun ahlakı değil mimarisidir. Civet, geceye daha çok yakışır; ışık azaldıkça kokunun sıcak halkası belirginleşir, gölgeler uzadıkça koku derinleşir. Gündüzde taşınır, gecede konuşur. Demek ki civet, karanlıkta kendi diline kavuşan bir derviş gibidir. Soğuk hava, civetin tatlı gövdesini yoğunlaştırır; sıcak hava, hayvansı tarafını öne çıkarır. Sonbahar, civetin tabiî mevsimidir: hava serin, beden sıcak, mesafe kısa. Mevsim, notayı değil, nüansı değiştirir. Yün civeti sever ve saklar; deri onunla bütünleşir; ipek parlatır, pamuk sessizleştirir. Bir atkıya sinen civet, günler sonra bile usulca geri döner. Civet sadece cilde değil, eşyaya da aidiyet öğretir. Civet, bulunduğu yeri bir sahneye çevirmez; mekâna bir iç sıcaklık, bir varoluş havası katar. Boş bir odada, duvarlara yakın bir nefes, ahşapta fazla konuşan bir hatıra olur. Mekânın üstünde değil, içinde yaşar.
Koku hafızası, kelimeden daha inatçıdır. Civetle karşılaşan bir an, yıllar sonra bir cümleden değil, bir gömlek yaka çizgisinden geri döner. Koku, hatırayı çağırmaz; bizzat hatıranın kendisi olur. Civet doğru dozda, sahibine ikinci bir ten giydirir; başkası bu tene yaklaşınca kokuyu değil, kişiyi duyumsar. Bu yüzden civet, parfüm olmaktan çok kimliktir; kimlik, kokuda da okunur.
Her kuvvetli kokunun bir gölge notası vardır; civette bu, isli-kuru bir tel gibi en sonda kalır. İşte bu tel, kokuyu çocukluktan çıkarır, yetişkinliğe taşır; hafif kokuların erişemediği ciddiyet buradan gelir. Civet, gürültüyü sevmez; kalabalığın içinde duyulur ama anlaşılmaz. Civetin aynası sessizliktir; sessizlik derinleştikçe civet görünmez yanlarını gösterir. Sessizliği çağırmaz; sessizlikte kendini ifşa eder. Çiçekle masumlaşmaz, çiçeği olgunlaştırır; reçineyle birleşince derinliğini katlar; narenciye ile yan yana gelince narenciyeyi çocuk olmaktan kurtarır. Harmanda baskınlık değil, yetişkinlik verir. Çoğu koku önce deriye, deriden hafızaya gider. Civette bu yol daha kısadır; tene değdiği anda içe sızar, içeride bir çember çizer. O çember gün boyu daralıp genişler; işte kalıcılık böyle anlaşılır. Civet sabit durmaz; gün içinde birkaç defa yeniden doğar. Aynı bilek, aynı gün, üç ayrı hikâye anlatır: sabah sert, öğle sıcak, akşam ılık. Dikkat etmek gerekir: Koku, bir fotoğraftan çok, hareketli bir yazıya benzer. Bazı burunlar civete mahrem eşiktedir; fazla yakın bulur, fazla gerçek duyar. Bu, kusur değil, yakınlık yeteneğidir. Civet "zor" değil; yakından konuşanların dilidir. Bir damla, bir günü değiştirir; iki damla, bir odayı; üç damla, bir hikâyeyi. Fakat dört damla, kokuyu konuşturmak yerine bağırttırır.
Civet miski ruhani bakımdan ele alındığında, onun kokusu yalnız burna değil, insanın derin katmanlarına nüfuz eden bir davet gibidir; çünkü koku, diğer duyuların aksine dışarıda kalmaz, içe girer, bedenin sınırını aşar, ruha karışır ve orada kendi mekânını kurar. Civetin ağır ve kalıcı dokusu, ruhun geçicilikle değil süreklilikle temasını sağlar; bir damla civet, saatler, günler boyunca bedenden silinmez ve böylece insana kokunun aslında zamanla kurduğu bağı gösterir. Ruhani etkisi burada başlar: civet, kokunun zamana direnen tarafıdır ve bu direniş, insana kendi fani varlığında kalıcılığın nasıl mümkün olabileceğini fısıldar. Başlangıçta ağır, sonra alışılan, sonunda vazgeçilmez hale gelen bir hal. Civet, kokudan çok, ruha açılan bir eştir. Civetin kalıcılığı, ruhani manada, geçici dünyanın içinde kalıcı olanı işaret eder; kokunun uçuculuğuna rağmen kalıcılığı, insana görünmeyen bir hakikati duyurur: varlık, yüzeyde geçici, özde ise daimidir. Kalıcılığıyla, katmanlı açılımıyla, hafızayla kurduğu sıkı bağla civet, insana varlığın geçici yüzeyini değil, kalıcı özünü duyurur; ruhu kendi içine, zamanın ötesine çağırır. Bu yüzden civet miskini koklayan kişi, varlığın görünmeyen tarafıyla da bir şekilde temas eder, burnuna gelen koku aslında bir anlamda hatırlatmadır. Civet miski, iç'te açılan sessiz bir kapıdır.
Tasavvufi açıdan bakacak olursak; civet miskinin kokusu varlıkla temasın en saf biçimi gibi görünür; çünkü koku, gözün gördüğü gibi mesafeli, kulağın işittiği gibi yönlü değil, doğrudan içe alınan, insana katılan, onun nefesiyle bir olan bir fenomendir. Kalıcılık bu sefer, tasavvufta seyrin sürekliliğini hatırlatır; ilk anda ağır, sert ve yakıcı gibi görünen bu koku, zamanla tatlı bir sıcaklığa döner, sonunda yumuşak bir iz halinde kalır. Bu dönüşüm, nefsin halleri gibidir: önce çetin ve dayanılmaz, sonra yavaş yavaş alışılan, en sonunda ise vazgeçilmez hale gelen bir huzur. Civet miski, kalıcılığıyla fani olana direnen bir işaret gibidir; çünkü diğer kokular uçar, kaybolur, unutulur ama civet kalır, işlenir. Bu da insana, tasavvufta zikredilen "bekâ"nın yani sürekliliğin küçük bir işaretini sunar. Koku burada bir varlık öğretisi haline gelir: yüzeyde uçucu olan, özde kalıcıdır; sahnede kaybolan, zeminde daimdir. Bu da kulun hakikatle olan ilişkisine benzer: uzaklıkta bulanıklık, yakınlıkta açıklık vardır. Civetin sessizlikte kendini ifşa etmesi de tasavvufi bir derstir; çünkü hakikat, gürültüde değil, içe dönük sessizlikte, kalbin sükûnetinde ortaya çıkar. Civetin ruhu hafızaya bağlaması, bir kere koklandığında yıllar sonra dahi hatıraları uyandırması, zikrin insanın kalbinde bıraktığı ize benzer; bir defa işitilen, sonra unutulduğu sanılan bir söz, bir an gelir yeniden açılır.
Civet miski kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi anlatmak için en güçlü mecazlardan biridir; çünkü koku nasıl ilk anda sert, sarsıcı, hatta dayanılmaz bir darbe gibi hissediliyorsa, kadın ile erkeğin ilk karşılaşması da böyledir, yakıcı, yorucu, çarpıcıdır. Fakat tıpkı civetin zamanla yumuşayıp sıcaklığa dönüşmesi gibi, ilişki de sabırla, bekleyişle, temasla başka bir kıvama gelir. Başlangıçta zor gelen, alışılmadık bulunan taraf, bir süre sonra vazgeçilmez olur, tenin ayrılmaz parçasına dönüşür. Civetin kalıcılığı bu ilişkinin kalıcılığını hatırlatır; yüzeyde uçucu olan uçar gider, içeride derinleşip tene sinen kalır. Kadın civetin çiçekle birleşen yanını hatırlatır: incelik, narinlik, tatlılık; erkek ise onun hayvansı sertliğini, gövdesini, sabitleyici direğini taşır. İkisi bir araya geldiğinde koku tamam olur, parfüm bir bütün kazanır. Ayrı ayrı olduklarında ya uçucu bir hafiflik ya da ağır bir sertliktir; fakat birleşince doğan dengeden süreklilik zuhur eder. Kadın civetteki tatlı sıcaklıktır, erkek onun kalıcılığıdır; kadın çiçeksi yüzeyi, erkek alt notadır. Bu yüzden civet miski gibi bir ilişki, ilk anda sert gelen, ama zamanla vazgeçilmez bir kimlik haline gelen ilişkidir. Ruhlar birbirlerine siner. Civetin hafızaya kazınışı da aşkın izini taşır: bir kere koklanmış civet nasıl yıllar sonra bile hatırlanıyorsa, bir kere yaşanmış derinlik de yıllar sonra bile kalbin en ücra köşesinde tekrar uyanır. Kadın ve erkek, civetin katmanları gibi nöbetleşe ortaya çıkar: önce sertlik, sonra yumuşaklık, en sonda dingin bir iz.
Biraz da teknik meselelere eğilelim.
Civet miskinin temel kimyasal omurgası civetone denilen makrosiklik ketondur; bu molekül, 17 karbonlu bir halkadır ve hayvansı tatlılık ile sıcak gövdeyi taşıyan esas unsurdur. Civetonun yanında civetlik asitler, küçük yağ asidi esterleri, sülfürlü bileşikler vardır; bu karışım ilk temasta "hayvansı, yoğun, sert" diye tarif edilen tarafı oluşturur. Burada, o sertlik molekülün kusuru değil, derinliğin işaretidir. Çünkü kalıcılığı sağlayan şey uçucu notaların değil, bu ağır moleküllerin tene tutunma kabiliyetidir.
Teknik olarak civet, parfüm mimarisinde bir sabitleyici rolü görür. Çiçek yağı gibi hızla uçup giden üst notaların geriye dönük hatırasını ten üzerinde tutar, bir akoru sürekliliğe kavuşturur. Onu çıkarırsanız koku çabucak dağılır, onu koyarsanız koku zamana direnç kazanır. Bu yüzden civet, parfümlerde yüzde 0.1 gibi düşük oranlarda kullanılır; az görünür ama bütün kompozisyonu ayakta tutar. Civet, kokunun direğidir.
Spektrum bakımından civet, koku piramidinin alt notasıdır. Üst notaların parlak narenciye ve yeşil tonları birkaç dakikada kaybolurken, orta notalardaki çiçeksi veya baharatlı katmanlar birkaç saat yaşar. Civet ise günün sonunda hâlâ oradadır; kumaşta günler, deride saatlerce kalır. Bu kalıcılık, civeton molekülünün düşük uçuculuğundan kaynaklanır. Bu yüzden civet, "parfümün hafızası" diye anılır.
Harman bilgisi açısından: civet, gül ve yasemin gibi çiçeklerle birleştiğinde çiçeğin kırılganlığını korumaz, aksine olgunlaştırır; narenciye ile birleştiğinde çocukça tazeliği ciddileştirir; amber ve reçinelerle birleştiğinde ise derinliği katlar. Hiçbir zaman yanındaki malzemeyi hafifletmez, onu yetişkinleştirir.
Teknik bir başka incelik de civetin "sillage" yani ardında bıraktığı izdir. Civet, bağırmaz; odada bir çember oluşturur, yanına yaklaşanı içine alır ama uzaktan duyulmaz. Bu, molekülün ağır ve düşük uçuculuklu olmasından doğar. Koku sanatı içinde bu özellik, civeti kalabalıkların değil yakın temasların kokusu yapar.
Anlaşılması gereken budur: Civetin ihtişamı, azın terbiyesindedir. Günün sonunda kalan iz, sabahın sertliğini taşımayan, akşamın yumuşaklığını barındıran bir sıcaklıktır, içte duyulan. İşte asıl bağlayıcı budur; insan, gün biterken kokunun bittiğini sanır, oysa koku içte kalır. Civet miski, uçucu bir heves değil; içte kalan bir varlık tavrıdır. Ten ile koku arasında bir sözleşme, yakınlıkla zaman arasında bir köprüdür. Tekrar edelim: Civeti anlamak, kokuyu koklamak değildir; kokunun insanın içinde kurduğu süreyi, sıcaklığı, gölge telini ve ikinci-ten duygusunu dinlemektir.
Sonuç olarak: Civet miski, kimyasal olarak makrosiklik ketonların bir bileşimi, teknik olarak parfüm mimarisinin taşıyıcı direği, kokusal olarak ise zamana direnen bir sıcaklığın ve katmanlı derinliğin özüdür. Onu anlamak için yalnız burnu değil, kokunun zaman içindeki yolculuğunu izleyen bir sabrı da kuşanmak gerekir. Çünkü civet, bir anda anlaşılan değil, saatler içinde açılan bir kitaptır.