- Bu yazı 2014-2016 arası seminer notlarından derlenmiştir.
Enki adı, zahirde "yerin efendisi" diye tercüme edilir. Fakat bu tercüme, yalnızca yüzeyi anlatır. Çünkü tahtı yerin altındaki tatlı suların okyanusu olan Abzu'dadır. Abzu, gözle görülmeyen ama her hayatın beslendiği damardır. Nehirlerin yatağında akan su, kuyuların dibinde saklı duran serinlik, yağmur bulutlarının taşırdığı bereket, aslında Abzu'nun yankısıdır. Enki, bu görünmezliğin rabbi olarak yalnızca varlığın özünü temsil eder.
Onun gücü, gürültüyle korkutan fırtına tanrılarının gücü gibi değildir. Sessizdir, fakat bu sessizlikte aşındırıcı bir kudret vardır. Su gibi: yumuşak ama kayayı aşındırır, sessiz ama toprağı canlandırır, görünmez ama her şeyi belirler. Enki'nin varlığı bu yüzden tanrılar meclisinde farklıdır. Göklerin hâkimi katılığı, fırtınaların efendisi sertliği temsil ederken Enki, merhameti ve bilgelikle birleşmiş hileyi temsil eder. O, yaşamı yok eden değil, yaşamı koruyan; ama bunu düz ve açık yollarla değil, gizli ve dolambaçlı yöntemlerle yapan kudrettir.
İnsanın yaratılışında onun eli vardır. Çamur alınır, suyla yoğrulur; ama çamur kendi başına sadece çamurdur. Enki'nin dokunuşuyla bilinç kazanır, varlık olur. Bu anlatı, insanın yalnızca beden olmadığını, aynı zamanda anlam ve bilgelikle üflenmiş bir varlık olduğunu işaret eder. İnsan topraktan yapılmıştır ama onun ruhunu taşıyan şey, Enki'nin görünmez nefesidir.
Tufan öyküsünde Enki'nin bir başka yüzü görünür. İnsan çoğalmış, gürültüsü artmış, tanrıların düzenini bozmuştur. Meclis sert hüküm verir: bütün insanlık boğulacaktır. Katı yasa buyurur, ölüm yaklaşır. Ama Enki merhametiyle devreye girer. Yasayı açıktan çiğnemez, fakat duvara fısıldar. İnsan kulağı bu fısıltıyı işitir, gemi yapılır, yaşamın tohumu kurtulur. Tufan gelir, bütün yeryüzü boğulur, ama hayat bitmez. Çünkü Enki, merhametle yasayı esnetmiş, ölümü yeni bir başlangıca çevirmiştir.
Başka bir anlatıda Enki yasaklı bitkileri yer. Bu iştah, hastalığı ve çürümeyi getirir. Organları birer birer iflas eder. Fakat bu çöküşün içinden şifa doğar. Tanrıçalar doğar, her biri Enki'nin bir organına şifa olur. Düşüş, yeniden doğuşun rahmi olur. Ölüm burada nihai bir yok oluş değil, şifaya kapı açan bir geçittir.
İnanna'nın yeraltına inişinde de Enki'nin kudreti devreye girer. Tanrıça ölüler ülkesinde asılı kalır, geri dönüş umudu yoktur. Diğerleri sessizdir, hiçbir yardım etmez. Yalnız Enki küçük yaratıklar gönderir, yaşam suyu ve yiyeceğiyle İnanna'yı diriltir. Ölüm mutlak değildir; yaşamın kaynağı su, ölümün bile sınırlarını aşar.
Sarhoş olup uygarlığın armağanlarını İnanna'ya kaptırdığı anlatı da aynı hakikati gösterir. Me denen armağanlar – yazı, müzik, yasa, krallık, sanat – onun elinden çıkar, ama insanlığa kalır. Enki ayıldığında geri almak ister, fakat geçtir. Bu kayıp, insanlığın kazancına dönüşür. Onun zaafı bile hayatı besler. Böylece düşüş, insanlık için yeni bir başlangıca dönüşür.
Sembollerinde de bu hakikat gizlidir. Su, hem rahmet hem yıkım. Balık, saklı bilginin taşıyıcısı. Keçi-balık, kara ile suyu birleştirir; dağın sertliğiyle denizin akışkanlığını birleştirir. Kaplumbağa, yavaş ama kaçınılmaz bilgeliğin simgesidir. Omuzlarından akan iki nehir, yalnızca Dicle ve Fırat değildir; aynı zamanda bilgelik ve aşkın iki kaynağıdır.
Enki'nin en büyük mabedi Eridu'dadır. Tatlı suların üzerine kurulu E-abzu, insanla tanrı arasındaki bağın sembolüdür. Orada yapılan her ayin, yaratılışı ve tufanı yeniden hatırlatır. Mit tekrarlandığında ilk an yeniden yaşanır. Çünkü mit yalnızca bir hikâye değil, hafızanın kendisidir.
Enki bütün bu öykülerde yalnızca bir tanrı olmaktan ziyade, insanın kendi varlığına tutulmuş bir aynadır. O, bilgeliktir; merhamettir; oyundur ama yaratıcıdır; düşüştür ama yeniden doğuştur. Kaybedendir ama kaybıyla kazandırandır. Enki, insanın içindeki su gibi akar; görünmez ama her şeyi besler.
Enki'nin öykülerinde su yalnızca bir element değildir, varlığın kökeninin ve hayatın sürekliliğinin sembolüdür. Onun sessiz kudreti, modern insana da şunu öğretir: görünmez olan, en belirleyici olandır. İnsan, gözle gördüğüyle beraber derinde akana kulak vermelidir. Yaratılışın kaynağı bilgeliktir, tufanın ortasında merhamettir, düşüşün içinde yeniden doğuştur. Modern insan bu dersleri unuttuğunda kendi varlığını tüketir. Suya bakarken yalnızca susuzluğu gideren bir madde olarak bakmamak gerekir, hayatın özünü görmek gerekir. Çünkü Enki'nin suyu, hâlâ her damlada konuşur.
Tanrıların meclisinde hüküm verildiğinde, karar kesindir: insan çoğalmış, gürültüsü artmış, düzen bozulmuştur ve bunun bedeli yok oluştur. Katı yasa böyle işler: yaşamı bir anda silmekten çekinmez. Sertlik, kendi varlığını korumak adına hayatı boğar. Ama Enki'nin öykülerinde bu sertliğin yanında daima başka bir ses duyulur. O ses, katılığın karanlığında yankılanan merhametin fısıltısıdır.
Enki yasayı açıkça çiğnemez; çünkü düzenin tümden yıkılması, tanrılar âlemini kaosa sürüklerdi. Ama merhameti işlemeye de mecburdur. Çözüm, yasayı esnetmektir. Bir duvara fısıldar. Görünüşte yasa hâlâ yerindedir, ama o fısıltı insan kulağına ulaşır. Gemi yapılır, tohumlar kurtarılır, tufan geldiğinde yaşam tamamen bitmez. Bu, Enki'nin merhametiyle açtığı gizli geçittir: katı hükmün ortasında hayatın nefes almasını sağlayan delik.
Merhamet hem duygusal bir yumuşama, hem varlığın devamı için zorunlu bir ilkedir. Çünkü katı yasa, kendi sertliğinin altında hem kendini hem de düzeni yok eder. Merhamet ise düzeni esnetir, kırılmadan akmasını sağlar. Su gibi akar, engeli aşar, sertliği aşındırır. Enki'nin merhameti de suyun doğası gibidir: görünmez ama kaçınılmazdır, sessiz ama her şeyi yeniden kurar.
Modern insan, bu öyküden çok uzaklaşmıştır. Bugün kurallar, yönetmelikler, sistemler en büyük değer gibi gösterilir. İnsanlar yasa adına birbirini boğar, çıkar adına kalplerini katılaştırır. Oysa Enki'nin hikâyesi, yaşamın gerçek yasasının merhamet olduğunu hatırlatır. Yasa, merhamet olmadan ölüm getirir; merhametle birleştiğinde ise yaşamı korur.
Merhamet, zayıflık değildir. Tam tersine, en güçlü kudrettir. Çünkü hayatı sürdürmek için merhamet gerekir. Katı hüküm kolaydır: cezalandırmak, yok etmek, dışlamak kolaydır. Zor olan, bağışlamak, yaşatmak, esnetmektir. Güç, yaşamı yok ederek tartılmaz, yaşamı koruyarak tartılır. Enki'nin tavrı işte bu gücün ifadesidir.
Onun fısıltısı, modern insan için de ders niteliğindedir. Katı sistemlerin içinde boğulan, kuralların baskısıyla nefesi kesilen toplumlara bir işarettir: düzen, merhametle nefes alır. İnsan, kendi hayatında da bunu öğrenmelidir. Katı yargılarla çevresindekileri boğmamalı; su gibi olmalı, esnek kalmalı. Çünkü merhamet, hem başkasını, hem kendini yaşatır.
Katı yasa tek başına kalırsa varlığı yok eder. Düzeni ayakta tutan şey merhametin esnekliğidir. Su nasıl sert kayaları bile yavaş yavaş aşındırıyorsa, merhamet de en katı kalpleri eritir. Modern insan, kurallar uğruna merhameti unuttuğunda aslında kendi yaşam damarlarını keser. Enki'nin fısıltısı, bugün de geçerlidir: hayatı sürdürmek için yasayı merhametle esnetmek gerekir. Sertlik öldürür, merhamet yaşatır.
Enki'nin anlatılarında üçüncü büyük eksen, oyunun ve hilenin bilgeliğe dönüşmesidir. Onun kişiliğinde yasağa karşı çıkan bir merak, düzeni esneten bir oyun, yüzeyde hata gibi görünen ama sonunda hayatı besleyen bir hile vardır. Yasaklı bitkileri yediğinde bedenine hastalık düşer, organları tek tek iflas eder. Görünüşte düşüştür bu; fakat tam da bu çöküşün içinden şifa doğar. Yeni tanrıçalar var olur, her biri Enki'nin bir organına şifa getirir. Yasağa karşı çıkış, bedeni çürüten bu hata, aslında yeniden doğuşun kapısını açar. Böylece hile, bir yıkım değil, dönüştürücü bir hikmet olur.
Sarhoşluk hikâyesinde de aynı hakikat görünür. Uygarlığın temel taşları olan armağanlar - yazı, müzik, sanat, yasa - elinden çıkar, İnanna'ya geçer. Görünüşte zaafın, zayıflığın ürünüdür bu. Ama kayıp, insanlık için kazanca dönüşür. Onun elinden çıkan armağanlar Uruk'a taşınır, insanlığın kültürü bu armağanlarla kurulur. Burada anlatılan, düşüşün insan için berekete dönüşmesidir. Oyun, yüzeyde bir kayıp gibi görünür ama sonunda hayatı besler.
Tufan anlatısında da Enki'nin hilesi vardır. Meclisin hükmü açıktır: insan boğulacaktır. O, yasayı açıkça çiğneyemez; bunun yerine duvara fısıldar. Görünüşte yasa hâlâ yerindedir, ama söz insana ulaşır. Bu, en derin oyunlardan biridir. Yasayı bozmadan, merhameti işlettiren bilgelik. Hile burada hayatı kurtarır.
Enki'nin hileleri birer kusur değil, bilgelikle işleyen bir yaratıcı kudrettir. Onun oyunları düzeni tümden yıkmaz; katı zincirleri kırar, düzeni yeniden kurar. Kaybetmek, düşmek, yasakla yüzleşmek… bütün bunlar onun elinde yeni bir doğuma dönüşür. Bu yüzden Enki, düzeni kuran kadar, oyunu oynayan; yasayı bilen kadar, hileyle onu esneten; bilge kadar, oyunbaz olan tanrıdır.
Hile, yüzeyde yıkıcı gibi görünse de hakikatte yaratıcıdır. Düşüş, kriz, kayıp; hepsi yeni bir doğumun hazırlığıdır. İnsan, kendi hayatındaki sapmaları, hataları ve düşüşleri yalnızca kayıp olarak değil, yeni bir doğumun işareti olarak okumalıdır. Modern insan, kurallara körü körüne bağlanarak yaratıcılığını öldürür. Enki'nin hikâyeleri, hayatı esnetmenin ve oyunla yeni yollar açmanın değerini öğretir. Görünüşte hata olan şey, çoğu zaman hakikatin en derin kapısıdır.
Enki'nin anlatılarında ölüm hiçbir zaman nihai bir son değildir. Ölüm, görünüşte tükeniş gibi dursa da aslında yeni bir doğumun sancısıdır. Yasaklı bitkileri yediğinde bedenine düşen hastalık, organlarını tek tek çürütür. Çöküş kaçınılmaz görünür. Fakat işte tam bu noktada toprak ana yeni tanrıçalar doğurur; her biri onun bir organına şifa olur. Enki'nin çürüyen bedeni, yaşamın yeniden doğuş rahmine dönüşür. Ölüm, bekâya açılan kapıdır. İnsan için de böyledir: kayıplar, krizler, bitişler yalnızca son değildir, yeni bir doğumun işaretidir.
İnanna'nın yeraltına inişinde de aynı hakikat sahneye çıkar. Tanrıça ölüler ülkesinde asılı kalır, dönüş yolu kapanır. Diğerleri sessizdir, yalnız Enki devreye girer. Küçük varlıklar gönderir, yaşam suyu ve yaşam yiyeceğiyle İnanna'yı diriltir. Ölüm, burada yok edici bir karanlık değildir. Hayatın yeniden açılmasıdır. Enki'nin müdahalesi, ölümün bile nihai olmadığını gösterir. Bu, insana da şunu fısıldar: kendi hayatındaki ölümler, krizler, yıkımlar, aslında yeniden doğuşun sahnesidir. Ölümle yüzleşmeden diriliş olmaz.
Tufan da aynı yasayı açığa çıkarır. Bütün yeryüzü sular altında boğulur. İnsanlık sona ermiş gibi görünür. Ama tufanın ortasında kurtarılan gemi, hayatın tohumunu saklar. Ölüm, burada bütün bir insanlığın arınmasıdır. Dünyanın çürümesi, tufanla temizlenir ve yeni bir hayat başlar. Ölüm, arınmanın kapısıdır. Ölüm olmadan yeniden doğuş olmaz.
Modern insan, bu dersleri çoğu zaman unutmuştur. Ölümü yalnızca kayıp görür. Çöküşü yalnızca felaket görür. Krizleri yalnızca yok oluş gibi algılar. Oysa Enki'nin öyküleri şunu hatırlatır: ölüm, yok eden değil, yeniden doğuran bir kudrettir. Düşüş, yeni bir bilincin doğum sancısıdır. Kaybın içinde kazanç saklıdır. Karanlığın içinde ışık vardır.
Ölüm, mutlak bir son değildir; varlığın kendini yenileme yoludur. İnsan, kendi hayatındaki her çöküşü yeniden doğuşun eşiği olarak görmelidir. Düşüşten korkmak, yeniden doğuşu engeller. Modern insanın krizlerden kaçma arzusu, aslında yeniden doğma fırsatını elinden alır. Enki'nin anlatıları, her kaybın içinde yeni bir doğumun tohumu olduğunu hatırlatır. Ölüm, bekânın kapısıdır; kriz, dönüşümün başlangıcıdır.
Enki'nin anlatılarında dişil güç, yalnızca yan rol değil, merkezde duran sınavdır. Onun karşısına çıkan kadın tanrıçalar - Ninhursag, İnanna, Nammu - yalnızca eş ya da anne değil; doğuran, şifa veren, ama aynı zamanda lanetleyen, çürüten ve sınayan kudretlerdir. Enki'nin öykülerinde asıl çatışma, dişil gücün karşısında bilgelik ve merhametin nasıl sınandığıdır.
Ninhursag'ın yasaklı bitkileriyle karşılaştığında, Enki merakla yer ve bedenine hastalık düşer. Bu, dişil olanın koyduğu sınırı aşmaktır. Cezası ağırdır: organları birer birer çürür. Ama aynı Ninhursag sonunda yeni tanrıçalar doğurur ve her biri onun bedenine şifa olur. Burada dişil güç hem öldüren hem dirilten, hem lanetleyen hem merhamet eden yüzüyle ortaya çıkar.
İnanna'nın yeraltına inişinde de dişil gücün başka bir yüzü görünür. İnanna, aşağıya indiğinde çıplak bırakılır, asılır, ölür. Diğerleri sessiz kalırken Enki küçük yaratıklar gönderir. Yaşam suyu ve yiyeceğiyle İnanna dirilir. Burada dişil olanın inişi, ölümün karanlığı; ama aynı zamanda yeniden doğuşun da anahtarıdır. Enki'nin bilgeliği ile dişil güç birleştiğinde, hayat yeniden açılır.
Enki'nin İnanna'ya armağanları kaptırması da aynı gerilimi gösterir. Sarhoş olur, uygarlığın armağanlarını verir. İnanna bunları alır ve Uruk'a taşır. Burada da dişil güç, uygarlığın taşıyıcısı olur. Enki'nin zaafı, İnanna'nın kudretiyle birleşir ve insanlık için kültür doğar. Kayıp, kazanca dönüşür.
Bu öyküler modern insana şunu söyler: dişil olanı sadece cinsiyet olarak görmemek gerekir. Varlığın rahmetle, şefkatle, doğurganlıkla, ama aynı zamanda yıkımla gelen yüzüdür. Onu görmezden gelmek, laneti davet eder; onunla diyalog kurmak, şifayı getirir. Enki'nin sınavı budur: dişil güçle konuşmak, denge kurmak.
Dişil olan hem hayat verici hem yıkıcıdır. Onunla çatışan çürür, onunla uyum sağlayan şifa bulur. İnsan, kendi içindeki dişil yanı ve dışındaki kadınla kurduğu ilişkiyi görmezden geldiğinde hastalanır; onu tanıdığında, yeniden doğar. Modern insan, sezgiyi, şefkati ve doğurganlığı küçümserse kendi varlığını eksiltir. Enki'nin öyküleri, dişil olanın hem sınav hem şifa olduğunu hatırlatır. Onunla konuşmayı öğrenmek, hayatın dengesini kurmaktır.
Enki'nin bir başka yüzü, insanlığa verdiği armağanlarda ortaya çıkar. Onun elinde saklı duran me denilen armağanlar yalnızca soyut ilkeler değil, uygarlığın kendisidir: yazı, müzik, zanaat, yasa, krallık, sanat… Bütün bunlar insanın kimliğini ve hafızasını kuran değerlerdir. Enki bu armağanları dağıtırken yalnızca bir cömertlik göstermemiş, insanlığın varoluşunu mümkün kılacak kültürel temeli atmıştır.
Hikâyelerden birinde sarhoş olup armağanları İnanna'ya kaptırır. Görünüşte kayıptır, zayıflıktır. Ama insanlık için bir kazanca dönüşür. İnanna armağanları Uruk'a taşır ve şehir kültürünü kurar. Bu, kaybın bile hayatı beslediğinin işaretidir. Enki'nin zaafı, uygarlığın başlangıcına dönüşür.
Eridu'daki E-abzu tapınağı da bu armağanların saklandığı ve yeniden dağıtıldığı merkezdir. Orada yapılan ritüeller, yalnızca tanrıları yüceltmek değil, insanlara kim olduklarını hatırlatmaktır. Mitler tekrar edilir, armağanların kökeni yeniden yaşanır. Bu tekrar, toplumun hafızasını diri tutar. Çünkü kültür hafızasız yaşayamaz. Enki'nin rolü de burada belirir: insanlığın kimliğini kuran armağanların taşıyıcısı olmak.
Modern insan için bu anlatı, kültür ve hafızanın korunmasının ne kadar hayati olduğunu hatırlatır. Teknoloji ve hız çağında insan, hafızasını kaybetmeye meyillidir. Geçmişini unutur, değerlerini tüketir. Enki'nin armağanları ise kültürü yaşatmanın, hafızayı diri tutmanın önemini hatırlatır. Yazmak, sanatla uğraşmak, ritüelleri sürdürmek, hafızayı canlı tutmanın yollarıdır. Çünkü kültür yok olduğunda, insan da köksüz kalır.
Kültür yalnızca süs değil, varlığın temeli ve kimliğin taşıyıcısıdır. Enki'nin armağanları, insanlığın hafızasını korumak için verilmiştir. Onları unutan toplum, köklerinden kopar. Modern insan, geçmişini ve kültürünü ihmal ettiğinde aslında kendini tüketir. Yazıdan sanata, müzikten ritüele kadar her kültürel değer, yaşamın devamı için bir damardır. Enki'nin armağanlarını yaşatmak, kendi varlığını yaşatmaktır.
Enki'nin öykülerinde kullanılan dil, düz ve çıplak bir anlatım değildir; imgelerle örülmüş, şiirin yoğunluğuyla konuşan bir dildir. Mitin gücü de buradadır: hakikati sembollerle açar. Çünkü kelimeler sınırlıdır; hakikat sınırsızdır. Bu yüzden suya gömülmüş tapınak, duvara fısıldanan sır, sarhoşlukla kaybedilen armağan, yeraltında asılı kalan tanrıça gibi sahneler, aklın düz açıklamasını aşar. Bunlar, insanın zihnine şiir gibi işler, doğrudan sezgiye seslenir.
Enki'nin mitleri kalp için yazılmış gibidir. Onları anlamak için kelimeleri çözmek yetmez; imgelerin ruhuna kulak vermek gerekir. Duvara fısıldanan söz, yalnızca yasağı delmek değildir; gizli bilginin rüya gibi insana ulaşmasıdır. İnanna'ya verilen armağanlar yalnızca bir kayıp değildir; uygarlığın temelini kuran bir şiirdir. Ölümden diriliş sahneleri insanın kendi iç dünyasındaki karanlıktan ışığa çıkışının metaforudur.
Modern insan, bu dili kaybetmiştir. Sayılarla, tablolarla, raporlarla düşünmeye alışmıştır. İmgeyi ve şiiri unuttuğu için hakikati yalnızca aklın sınırları içinde arar, ama bulamaz. Oysa Enki'nin öyküleri, şiirsel diliyle insana hatırlatır: gerçek, imgeyle açılır. Hakikat, sembolle konuşur. Şiir, yalnızca estetik bir oyun değil, varlığın dili, hakikatin tercümanıdır.
Mitin dili düz mantığın dili değildir; imgedir, semboldür, şiirdir. İnsan yalnızca imgelerle de hakikate yaklaşır. Enki'nin öyküleri, insanın içindeki şiirsel duyuyu uyandırır; bu duyuyu kaybeden, hakikatin sesini de kaybeder. Modern insan, hayatı yalnızca hesapla kavramaya çalıştığında körleşir. Şiirsel bakış olmadan hakikat görülmez. Enki'nin dili, bugünün insanına şunu öğretir: imgeyi ciddiye al, sembolü dinle, şiiri yaşa; çünkü hakikatin kapıları ancak böyle açılır.
Enki'nin öykülerinde zıtlıkların birliği en derin tema olarak görünür. Çünkü onun kişiliğinde karşıt olanlar çatışmaz, birbirini yok etmez; aksine yeni bir düzenin temelini atar. O, hem bilge ihtiyardır hem hilekâr; hem merhamet sahibidir hem yasağa karşı çıkar; hem düşer hem yeniden doğar. Bu yüzden Enki'nin varlığı, zıtların birbirini tamamlamasının simgesidir.
Tufan anlatısında yasa ve merhamet karşı karşıya gelir. Yasa, insanı boğmak ister; merhamet, yaşamı korumak ister. Enki bu iki uç arasında köprü kurar. Duvara fısıldaması, aslında zıtların çatışmasını uzlaştırma sanatıdır. Yasa görünüşte bozulmaz, ama merhamet işler. Ölüm ve yaşam aynı sahnede buluşur, yeni bir düzen doğar.
Yasaklı bitkileri yiyip hastalanmasında da aynı hakikat görünür. Çürüme ve yeniden doğuş birbirini takip eder. Ölüm yeni tanrıçaların doğumuna kapı açıcıdır. Yıkım ve şifa aynı bedende birleşir. Karanlık ve ışık, birbirini tamamlar.
İnanna'ya armağanlarını kaptırması da benzer bir temadır. Kaybı vardır, ama bu kayıp insanlığın kazancına dönüşür. Zafiyet ve bereket aynı hikâyede birleşir. Onun düşüşü, insanlığın yükselişi olur. Bu, zıtların hakikat planında birbirini yok etmediğini, aksine tamamladığını gösterir.
Modern insan, bu derinliği çoğu zaman göremez. Zıtlıkları düşmanlık gibi algılar: akıl ile duygu, kadın ile erkek, birey ile toplum, yasa ile merhamet. Oysa Enki'nin öyküleri şunu gösterir: hakikat, zıtların birliğinde açılır. Çatışma birliğe dönüşmesi gereken bir gerilimdir.
Zıtlıklar birbirini yok etmek için değil, birbirini tamamlamak için vardır. Ölüm yaşamı, kayıp kazancı, düşüş yükselişi doğurur. İnsan, kendi hayatındaki çatışmaları yok etmeye çalışmak yerine onları dengelemeyi öğrenmelidir. Modern insan, zıtlıkları düşmanlık gibi gördüğü için parçalanır. Oysa hakikat, zıtların birliğinde saklıdır. Enki'nin öyküleri, insanın kendi içindeki karşıtlıkları dengeye dönüştürmesi gerektiğini hatırlatır.
Enki'nin mitlerinde tekrar eden bir ritim vardır. Yaratılış her seferinde yeniden anlatılır, tufan yeniden dile getirilir, ölümden dönüş yeniden sahneye konur. Bu tekrar, sıradan bir tekrar değildir. Çünkü her anlatılış, zamanı başlangıca döndürür. Ritüelde mit yeniden yaşandığında, toplum yeniden doğar. Bu, döngünün yasasıdır: her şey sona erer gibi görünür, ama her şey yeniden başlar.
İnsanın hayatında da aynı döngü işler. Gündüzün ardından gece, kışın ardından bahar gelir. Doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğuş… bütün varlık bu döngünün içindedir. Enki'nin suyu daima akar, tekrar tekrar aynı yatağı doldurur, ama her defasında yeni bir hayat taşır. Döngü burada sıkıcılık değil, yenilenmenin kendisidir.
Modern insan döngüden kaçar. Tekrarı sıkıcı bulur, rutinle nefesi kesilir. Ama hakikat şudur: tekrar olmadan hayatın sürekliliği olmaz. Ritüel bu yüzden önemlidir. Bir dua, bir hatırlayış, bir mitin yeniden anlatılışı, tekrar sayesinde anlam kazanır. Her tekrar, zamanı sıradan akışından çıkarır ve kutsal olana bağlar.
Enki'nin mitleri toplumun hafızasında böyle işler. Tapınaklarda anlatıldığında, şehir yeniden kimliğini bulur. Tufan tekrar edildiğinde, arınma yeniden yaşanır. Yaratılış söylenildiğinde, evren yeniden kurulur. Döngü, varlığın nefesidir.
Tekrar, sıkıcı bir döngü değil, hayatı yenileyen bir harekettir. İnsan kendi hayatındaki tekrarları ritüele dönüştürdüğünde, sıradan günler bile kutsal anlam kazanır. Döngü, varlığın sürekliliğinin sırrıdır. Modern insan tekrarın değerini kaybetmiştir. Ama Enki'nin öyküleri hatırlatır: tekrar, hakikati şimdide yeniden açar. Ritüel, geçmişi bugüne taşır ve zamanı başlangıca döndürür. Tekrar, varlığın en derin yasasıdır.
Enki'nin öykülerinin hepsinde modern insanın hâlâ görmediği, görse bile yüzeyde geçip gittiği dersler vardır. Çünkü o öyküler yalnızca uzak bir geçmişin değil, bugünün de aynasıdır. Suya bakışını yitirmiş olan insan, kaynağını da kaybeder. Suyu yalnızca bir madde gibi tüketir, oysa her damla, yaratılışın rahminden gelmektedir. İnsan suyu kirlettiğinde, aslında kendi varlığını kirletmektedir. Yeryüzünün kuraklığı, iç dünyanın kuraklığıyla aynıdır. Enki'nin Abzu'su, bugün hâlâ her insanda gizlidir; onu unutan, yaşamın damarını kurutur.
Yasaya körü körüne bağlanan modern toplum, merhameti kaybetmiştir. Sert sistemler, mekanik kurallar, çıkar adına keskinleşmiş kanunlar, insanın kalbini öldürmüştür. Enki'nin fısıltısı, duvarın ardında yankılanan o ses, hâlâ bugünün insanına seslenir: yasayı yıkmadan merhameti işletmek mümkündür. Yasa merhametle birleşmediğinde düzen çürür. Bugünün siyasetinde, adaletinde, kurumlarında asıl eksik olan şey işte budur: merhametin nefesi.
Hile, oyun, yaratıcı dolambaçlar modern dünyada küçümsenir. İnsan her şeyi düz ve açık çizgilerle yürütmek ister. Ama Enki'nin oyunları gösterir ki, hakikate bazen dolambaçlı yollardan ulaşılır. Modern insanın krizi, bu oyunu unutmaktır. Hile burada, yanlıştan ziyade yaratıcılığın yoludur. Kaybettiğini sandığında bile aslında kazandığını görebilmek, sapmayı yolun kendisi olarak okuyabilmek, ancak bilgelikle mümkündür.
Ölümden korkan, krizi felaket sanan, düşüşü nihai çöküş gibi gören bugünün insanı, Enki'nin hikâyelerinden şunu öğrenmelidir: ölüm yeniden doğuşun kapısıdır. Kriz, yenilenmenin sahnesidir. Çürümeden yeşermek olmaz, tükenmeden doğmak mümkün değildir. Enki'nin düşüşleri, yeniden doğuşun işaretidir. Modern insan bunu unuttuğu için her krizinde umutsuzluğa düşer, oysa krizler hayatın yeniden doğum sancılarıdır.
Dişil güçle savaşmaya çalışan insan, kendi yarısını inkâr eder. Sezgiye, şefkate, doğurganlığa sırtını dönen, aslında kendini eksiltir. Enki'nin Ninhursag ve İnanna ile olan öyküleri, bu yüzleşmeyi hatırlatır: dişil güç hem sınavdır hem şifadır. Onu bastıran hasta olur, onunla diyalog kuran hayat bulur. Modern insan için asıl ders, dişil olanı küçümsemek yerine onunla konuşmaktır.
Kültürü unutan insan, hafızasını da kaybeder. Yazıdan, sanattan, ritüelden uzaklaşan toplum köksüz kalır. Enki'nin armağanları, insanlığa verilen uygarlık temelidir. Onlar unutulduğunda insan da kendi kökünü unutur. Bugün teknolojinin hızında hafızasını yitiren insanlık, Enki'nin armağanlarını hatırlamak zorundadır. Yazmak, şarkı söylemek, sanatla uğraşmak, ritüeli sürdürmek, kendi varlığını diri tutmaktır.
Şiiri küçümseyen, imgeyi oyun sayan insan, hakikati göremez. Enki'nin mitleri şiirsel bir dille konuşur çünkü hakikat, düz cümlelerle taşınmaz. Modern insanın hayatı yalnızca hesaplarla ölçülür hâle geldiğinde, anlam kurur. İmgeyi yeniden ciddiye almak gerekir.
Zıtlıkları savaş gibi gören insan, parçalanır. Oysa hakikat zıtların birliğinde açılır. Ölüm yaşamı doğurur, kayıp kazanca dönüşür, düşüş yükselişi hazırlar. Enki'nin kişiliği, bütün bu zıtlıkların birliğini temsil eder. Modern insan, kendi içindeki çatışmaları yok etmeye değil, dengeye dönüştürmeye çalışmalıdır.
Tekrarı sıkıcı gören, rutini anlamsız sanan insan, aslında hayatın en derin yasasını unutmuştur. Tekrar olmadan hayat olmaz. Güneş her sabah doğar, ama her sabah yeni bir doğuştur. Ritüel, tekrarın anlam kazanmasıdır. Enki'nin mitleri tekrarlandıkça toplum yeniden doğar. Modern insan da kendi tekrarlarını ritüele çevirmedikçe hayatını kutsal anlamdan yoksun yaşar.
Anlaşılması gereken şunlardır: Modern insanın kaybettiği şey suya saygı, merhametin nefesi, oyunun bilgeliği, krizin doğurganlığı, dişil güçle diyalog, kültürün hafızası, şiirin dili, zıtların birliği ve tekrarın anlamıdır. Bunlar olmadan yaşam kuru, sert, köksüz, anlamsızdır. Enki'nin öyküleri bugüne şunu fısıldar: suyu koru, merhameti unutma, oyunla bilgeleş, ölümden doğmayı öğren, dişil olanla konuş, kültürü yaşat, şiirle bak, zıtları dengele, tekrarlarını kutsal kıl. Çünkü hayat, bütün bunların birliğinde var olur.