Her şey bir doğuşla vardır; fakat bu doğuş kronolojik bir başlangıç değildir, varlığın kendini her an yeniden göstermesidir. Bu yüzden hakikat bir defalık açılıp bitmez; her an başka bir yüzle doğar, her an başka bir sûretle görünür. Varlık durağan değil, sürekli doğuş hâlindedir. Dikkat etmek gerekir: sûret denildiğinde yalnızca dış biçim anlaşılmamalıdır. Sûret, hakikatin kendini gösterdiği yüzdür. Bu yüz her an yenidir, hiçbir zaman tekrar etmez. Dün görünen sûretle bugün görünen sûret aynı sanılıyorsa, bu körlüğün delilidir. hakikat taş gibi sabit değil, doğuş gibi akıcıdır. Her kelime, her ses, her nefes başka bir doğuş sûretiyle gelir. Aynı sûreti gördüğünü sanan, aslında ölüdür; çünkü dirilik, doğuşun sürekli yeniliğini işitmek ve görmekle mümkündür. Bu yüzden denmiştir ki: "dün okuduğun İhlâs’la bugün okuduğun İhlâs aynı manayı taşıyorsa helak olmuşsundur." Çünkü aynı sanmak, doğuşu inkâr etmektir. Doğuş inkâr edildiğinde, hakikat değil, insan helak olur. Hakikat akmaya devam eder, helak olan sadece donmuş insandır. doğuş sûreti her an başka bir yüzle gelir. Kim aynı sanırsa helak olur, kim yeni görürse dirilir. Diriliğin sırrı, doğuşu işitmekte; helakin sırrı, doğuşu sabitlemekte saklıdır.
Tekrar, insana güven gibi görünür; çünkü aynı cümleyi, aynı duayı, aynı hareketi tekrar ettiğinde, kendini sabit bir zeminde sanırsın. Oysa bu sabitlik ölümün sessizliğidir. Tekrar, diriliğin değil helakin alâmetidir. doğuş sûreti hiçbir zaman tekrar etmez. Hakikat her an başka bir yüzle doğar, her defasında yeni bir mana taşır. Dünle bugün arasındaki farkı işitmeyen, aslında kendi körlüğünü işitiyordur. Körlüğün adı tekrardır. diriliğin kaynağı, doğuşun sürekliliğini fark etmektir. Bir kelime dün başka doğdu, bugün başka doğdu, yarın yine başka doğacak. Sen aynı sanıyorsan, bu senin donmuşluğundur; kelime sabit değildir, sen taştın. tekrar edenin hükmü yoktur, çünkü tekrar eden, doğuşu örtendir. Doğuş sûretini işiten ise diridir; çünkü o, her an yeniden doğan hakikatin şahididir. Dirilik burada saklıdır, başka yerde değildir.
Tekrar helak, doğuş diriliktir. Tekrar eden mezarını kendi diliyle kazarken, doğuşu işiten kendi dirilişini her nefeste yeniden kurar. Hayat, doğuş sûretindedir.
Tekrar ile yeniden aynı şey değildir; tekrar donukluktur, yeniden doğuştur. Tekrar, aynı olanı zorla sürdürmek, aynı manayı dayatmak, aynı kalıbı diri sanmaktır. Yeniden ise hakikatin her an başka bir doğuş sûretiyle ortaya çıkmasıdır. Tekrar insanın icadı, yeniden hakikatin kudretidir.
Tekrar ölülerin işidir. Çünkü ölü, hep aynı sesle konuşur, hep aynı sözle oyalanır. Dirilerin işiyse yeniden doğuşu işitmektir. Dirilik, hakikatin yeni yüzünü görmek, aynı görünen kelimede farklı bir mana işitmektir. Tekrar taş gibidir, yeniden akış gibidir.
Monotonluk, tekrarın düzenidir; hayat, yenidenin açılışıdır. Monoton toplum, hep aynı nutku dinler, hep aynı sloganı bağırır, hep aynı yüzleri taşır. Oysa diri olan toplum, her gün yeniden doğan manayı işitir. Taşlaşan tekrar helaktır, yenilenen doğuş diriliktir.
Tekrar ile yeniden arasındaki fark, ölüm ile hayat arasındaki farktır. Tekrar aynı olana zincirlenmektir, yeniden farklı olana açılmaktır. Tekrar, geçmişin gölgesinde oyalanmaktır; yeniden, şimdinin doğuşunu görmektir. Tekrar eden kendini mezara gömer, yeniden gören hakikatin nefesiyle ayağa kalkar.
Aynı sûrede aynı manayı sanmak tekrardır; aynı sûrede başka manayı işitmek yeniden doğuştur. Tekrar, insanı helake sürükler; yeniden, insanı diriltir. Kurtuluş, tekrarda değil, yeniden doğuş sûretindedir.
Monotonluk, bireysel çürümeden öte toplumsal felaketin de adıdır. Aynı sözlerle, aynı törenlerle, aynı nutuklarla yaşayan bir topluluk, aslında kendi mezar taşlarını çoğaltıyordur. Tarih boyunca nice kalabalıklar aynı kelimeleri tekrarlayarak kendilerini diri sandı, oysa sadece kendi ölümlerini kutluyorlardı.
Toplum aynı sloganı yüz yıl boyunca bağırdığında, bu ses artık diriliğin değil, helakin sesidir. Aynı isimleri yıllarca yüceltmek, aynı yüzleri putlaştırmak, yeni olanı reddetmek, halkı diri değil taş yapar. Taşlaşan toplum, kalabalık görünse de içten içe çöküntüye sürüklenir.
Bir milletin helaki, çoğu zaman kılıçla değil, monotonlukla gelir. Fikir aynı kalır, söz aynı kalır, tören aynı kalır. Bedenler değişse bile ağızlarda dönen cümleler hiç değişmez. Değişmeyen şey artık yaşamıyor demektir; çünkü hayat, değişmeyen değil, yenilenen şeydir.
Monotonluğa teslim olan şehirler mezarlık gibidir. Kalabalık vardır ama canlılık yoktur. Gürültü vardır ama hakikatin nefesi yoktur. Bu sessizlik en ağır ölümdür; çünkü yaşayan, yeni doğuşu işitendir, ölü olan ise tekrarı alkışlayandır.
Toplumsal helak, yeni olanı işitmeyen kulaklarda başlar. Yeni manaya kapanan gözler, kalabalığın ortasında bile kördür. Ve böylece toplum kendi elleriyle kendi mezarını kazarken, bunu bayram sanır. Gerçek felaket budur: monotonluk içinde çürümesini dirilik sanmak.
Toplumların diriliği, kalabalıklarında değil, her an yeni doğuşu işitmelerindedir. Çünkü yeni doğuşu işiten topluluk, kendi tarihini müze raflarından değil, canlı bir kaynaktan besler. Aynı sözleri tekrarlayanlar mezar taşları arasında dolaşır, yeni olanı işitenler ise kendi geleceğini inşa eder.
Bir topluluk, kelimenin yeniden doğan manasını kavradığında, zamanın akışıyla diri kalır. Çünkü her an yeni olanı duymak, geçmişin yükünü taşımak değil, o yükün içinden doğan taze sesi işitmektir. Böyle bir toplum, kronolojiye değil, sürekli doğuşa tutunur.
Toplumu ayakta tutan şey, kalıplar değil, akıştır. Kalıplara saplanıp kalan milletler, taş kesilir ve yıkılmaya mahkûm olur. Akışa tutunanlar ise her an yenilenir, aynı kelimeden farklı manalar çıkararak diriliklerini korurlar.
Yeni doğuş, topluluk için nefes gibidir. Her nefeste aynı havayı almadığımız gibi, her defasında başka bir manayı içimize çekeriz. Aynı sanan zehirlenir, yeni olanı işiten dirilir. Bu yüzden bir toplumun kaderi, kelimeye nasıl kulak verdiğiyle belirlenir.
Toplum yeniden doğuşu işitirse, diridir. Çünkü o, geçmişe gömülmemiş, geleceğe de kaçmamış, şimdinin doğan hakikatine tutunmuştur. Ölü toplum ise tekrar eden toplumdur; aynı sözü döndürür, aynı yüzü alkışlar, ama hiçbir zaman yaşamaz.
Tekrar eden kişi, kendi alışkanlıklarını sadakat sanır. Aynı hareketi yapar, aynı cümleyi söyler, aynı yüzlere bakar. Ona göre bu bağlılıktır, oysa bu taşlaşmadır. Çünkü tekrar eden akmaz, akmayan taş olur, taş olan da yaşamaz.
Yeniden gören ise, aynı kelimeyi her defasında başka bir doğuşla işitir. Ona göre dün söylenen ile bugün söylenen aynı değildir; çünkü kelimenin doğuş sûreti her an değişir. Bu yüzden yeniden gören, kelimenin tazeliğiyle diri kalır.
Taş kesilen insan, kendi donukluğunu kutsallaştırır. Yıllarca aynı manayı tekrarlayıp onu hakikat zanneder. Oysa hakikat sürekli değişir, taşlaşan ise bu değişimi inkâr eder. İnkâr eden helak olur, akışa katılan yaşar.
Dirilik, yeniden görebilmektedir. Bir toplum ya da bir insan aynı söze her defasında başka bir anlam yükleyebiliyorsa, orada hayat vardır. Çünkü hayat sabitlik değil, akıştır. Akışa açık olan diri kalır, kapalı olan ölür.
Helakin adı tekrar, diriliğin adı yeniden doğuştur. Tekrar insanı kendi mezarına zincirler, yeniden doğuş ise insanı her an ayağa kaldırır. Taş kesilen yok olur, yeniden gören var olur.
Zaman, takvimlerin çizdiği çizgilerden ibaret değildir. Zaman, her an yeniden doğan bir hakikattir. Dün geçti, yarın gelmedi; fakat şimdi, her defasında yeniden doğan bir ilk olarak vardır. Zamanın hakikati, bu doğuştadır; kronolojide değil, şimdide.
Zamanı kronoloji sanan, dün ile bugün arasında fark görmez. Dün söylediği sözü bugün tekrar eder ve bununla kendini güvende hisseder. Oysa hakikati öldüren tam da bu güven duygusudur. Çünkü hakikat, takvime sığmaz; hakikat, her an başka bir doğuşla var olur.
Zamanın sürekli doğuş olduğunu işiten, aynı sözü her an başka bir manayla işitir. Çünkü dünün sözüyle bugünün sözü aynı değildir; dün başka bir yüzle doğdu, bugün başka bir yüzle doğdu. Bunu fark etmeyen, zamanı da hakikati de kaybeder.
Bir toplum da, bir insan da, zamanı doğuş olarak kavrayabildiğinde diri kalır. Çünkü kronolojiye bağlı kalan taşlaşır, sürekli doğuşu işiten ise akışa katılır. Akışa katılan canlıdır, taşlaşan ölüdür.
Zamanın sırrı budur: kronolojik çizgilerde değil, şimdinin doğan hakikatinde saklıdır. Şimdi, her an yeniden doğan bir ilk’tir. Kim bu doğuşu görüyorsa yaşıyordur, kim görmüyorsa kendi mezarına zincirlenmiştir. Vahiy, tarihin bir köşesinde olup bitmiş bir olay değildir. Vahiy her an iner, her an konuşur, her an diriltir. Onu sadece geçmişte yaşanmış bir hadise sanan, vahyi öldürür; çünkü kelam diri bir nehir gibidir, aynı kalmaz, her an başka bir suyla akar.
Vahyi geçmişe zincirleyen, kendi gözlerini mühürlemiştir. "O gün indi ve bitti" diyen, kendi felaketini ilan eder. Çünkü hakikat geçmişte kapanmaz, şimdi açılır. Her nefeste yeni bir iniş vardır; aynı kelime başka bir doğuşla iner.
Her iniş, yeni bir doğuştur. Dün duyulanla bugün duyulan aynı değildir. Dün başka bir yüzle geldi, bugün başka bir yüzle geldi, yarın yine başka bir yüzle gelecek. Hakikatin kudreti, işte bu bitmeyen yenilenmededir.
Vahyi sürekli bir doğuş olarak işiten diri kalır. Çünkü onun için kelime donuk değildir, yaşayan bir nefes gibidir. Her an yeni bir anlam, her an yeni bir çağrı, her an yeni bir doğuş işitir. İşiten yaşar, işitmeyen helak olur.
Vahyin sırrı budur: tarihte kapanmış bir defter değil, şimdide açılan bir kapıdır. Kapıyı açık gören, diriliğe girer; kapıyı kapalı sanan, kendi karanlığında ölür.
Hakikati tarihe gömmek, diri olanı ölüye çevirmektir. Çünkü tarihe zincirlenen şey artık yaşanmaz, sadece seyredilir. Seyredilen şey ise hakikat değildir, anıdır. Anıların içinde yaşayan toplum, aslında mezar taşlarının arasında oyalanıyordur.
Hakikati tarihe hapsetmek, vahyi müzelik bir eşya gibi saklamaktır. Bir vitrine koyup bakmak, fakat onun sesini duymamak. Bu sessizlik, en ağır helakin ta kendisidir; çünkü hakikat işitilmediğinde değil, işitildiği sanıldığında kaybedilir.
Tarih, hakikatin sahnesi değil, izidir. İz sabittir, hakikat akışkandır. İzi hakikatin kendisi sanan, akışı reddeder. Akışı reddeden de kendi mezarını hazırlar. Tarihi mutlaklaştıran, şimdiyi yok eder; şimdiyi yok eden, yaşamaz.
Toplumlar da bireyler de, hakikati geçmişte aradıklarında helake sürüklenirler. Çünkü geçmiş, artık kapanmış bir kalıptır. Yaşayan, geçmişin suretinde değil, şimdinin doğuşunda hakikati bulur.
Helakin adı budur: hakikati tarihe hapsetmek. Diriliğin adı ise, hakikati şimdi işitmektir. Dün bitti, yarın gelmedi; fakat hakikat her an şimdide doğar. Bu doğuşu görmeyen, kendi tarihine gömülmüştür.
Aynı manayı tekrar eden, dudaklarını oynatır ama işitmez. Sesi çıkar ama anlamı doğmaz. Çünkü tekrarın içi boştur, dışı kalıptır. Kalıbı koruyan kendini güvende sanır, ama bu güven bir mezar sessizliğinden başka bir şey değildir.
Yeni manayı işiten ise, aynı kelimede farklı bir doğuş görür. Onun için dün ile bugün aynı değildir. Dün başka bir yüz, bugün başka bir yüz, yarın ise bambaşka bir yüz açılır. Dirilik buradadır: her an değişen yüzü görmekte.
Tekrar eden kişi, kendi taşlaşmasını sadakat sanır. Oysa sadakat, donuk kalmak değil, sürekli akışa katılmaktır. Akışa katılan diri kalır, akışı inkâr eden helak olur. Tekrar ölülerin işidir, yeniden işitmek dirilerin payıdır.
Bir toplum da böyledir: aynı kelimeyi yıllarca döndürür, aynı sesi alkışlar, aynı manayı kutsar. Bu kalabalık gürültüye benzer ama aslında sessizliktir. Çünkü hakikat orada konuşmaz, sadece boş bir yankı dolaşır.
Dirilik, yeni manayı işitmektedir. Donukluk ise aynı sanmaktadır. Tekrar eden taş kesilir, yeni işiten nefes alır. Yaşayan, hakikatin sürekli doğuşuna kulak verendir; ölü olan, kendi tekrarına zincirlenendir.
Ölü gibi yaşayanların en belirgin vasfı, kendilerini canlı sanmalarıdır. Onlar yürür, konuşur, güler, ağlar; fakat bütün bunlar birer gölge hareketten ibarettir. Çünkü aynı sözleri döndürürler, aynı manayı tekrar ederler, aynı alışkanlıkları sürdürürler. Yaşadıklarını sanırlar ama aslında kendi mezarlarında nefes tüketirler.
Ölü gibi yaşayanların sözü boş bir yankıdır. Bir kelimeyi ağızlarına alırlar, dudakları kıpırdar, sesleri çıkar; fakat kelimenin diriliği onlarda doğmaz. Çünkü onlar kelimeyi yeniden işitmez, hep aynı sandıkları için kendi dillerinde taş kesilmişlerdir.
Ölü gibi yaşayanların toplandığı yerler kalabalık görünür. Gürültü yüksektir, alkış boldur, yüzler birbirine karışır. Ama bu kalabalığın içinde tek bir diri nefes yoktur. Çünkü dirilik kalabalıkta değil, yeni doğuşu işitendedir. Onlar işitmedikleri için kalabalıkları mezarlığa dönüşmüştür.
Ölü gibi yaşayanlar, kendi tekrarlarını sadakat sanarak aldanırlar. Aynı cümleyi söylemekle bağlı kaldıklarını düşünürler. Oysa hakikate bağlılık tekrar etmek değil, yeniden doğuşu kavramaktır. Tekrar ölüye bağlılıktır, yeniden işitmek diriye bağlılıktır.
Ölü gibi yaşayanların hükmü şudur: onlar diri gibi görünürler ama ölüdürler. Onların nefesi vardır ama hayatı yoktur. Onların sözü vardır ama manası yoktur. Onların adımları vardır ama yolu yoktur. Dirilik, yalnızca yeniden doğuşu işitene aittir.
Her an yeni doğuşu işiten, ölmez; çünkü hakikat onun için sürekli canlıdır. O, kelimenin dünle bitmediğini, yarınla sınırlanmadığını bilir. Hakikatin kudreti, her an yeni bir yüzle doğmasındadır. Bunu gören kişi, kendi diriliğini her nefeste yeniden bulur.
Her an yeni doğuşu işitenin kulağı farklıdır. O kulak, aynı sesi aynı sanmaz; işittiği her anda başka bir derinlik, başka bir mana duyar. Çünkü hakikat aynı sesle görünse de, manası hiç aynı değildir. Yeni manayı duyan, aynı anda yeniden doğar.
Her an yeni doğuşu işitenin gözü de farklıdır. O göz, aynı satırda başka bir ışık görür. Dün gördüğünü bugün aynı sanmaz. Çünkü ışık donmaz, ışık her an tazedir. Aynı satıra bakanların bazıları ölüyken, bazıları diri olur; farkı belirleyen, yeni doğuşu görmektir.
Her an yeni doğuşu işiten toplum da diri kalır. Çünkü bu toplum geçmişin kalıplarında değil, şimdinin akışında yaşar. Yeni doğuşu işiten millet taş kesilmez, sürekli yenilenir. Tarihin yükünü taşımaz, tarihin içinden doğan yeni sesi duyar.
Her an yeni doğuşu işitenin kudreti, gücünde değil, tazeliğindedir. Güç tükenir, sayı azalır, kalabalık dağılır; fakat tazelik bitmez. Çünkü hakikat her an yeniden doğar. Diriliğin sırrı buradadır: kelimenin sürekli yenilenmesinde.
Hakikati aynı sanan, onu taşlaştırır. Taşlaştırılan her şey put olur. Çünkü put, sabitlemenin eseridir. Sen bir kelimeyi, bir manayı sabitlediğinde, onun önünde secde etmeye başlarsın. Oysa hakikat secde edilmez, hakikat akışta yaşanır.
Hakikati aynı sanan, kelimenin sürekli doğuşunu görmez. Dün işittiği manayı bugüne taşır, yarına da sarkıtır. Böylece kelimeyi ölü bir kalıba hapseder. Kalıba hapsolmuş kelime artık hakikat değildir; o, bir puttur. Ve put, hakikatin en büyük inkârıdır.
Hakikati aynı sanan, kendini de kandırır. Çünkü o, tekrarını sadakat sanır. Aynı sözü yıllarca döndürür, bunu bağlılık zanneder. Oysa bağlılık akışa katılmaktır; donukluğa değil. Sadakat yeni manayı duymaktır; tekrar ise putperestliktir.
Hakikati aynı sanan, toplumu da helake sürükler. Çünkü aynı manaya saplanan toplum, yeniyi işitmez, geçmişin kalıpları içinde taşlaşır. Taşlaşan toplum, en kalabalık görünümünde bile mezarlıktan başka bir şey değildir.
Hakikati aynı sanan, aslında kendi elleriyle mezarını yontar. Çünkü put, insanın kendi taş kesilmiş halidir. Oysa dirilik, putu kırıp her an yeni doğuşu işitmektir. Kim putu severse helak olur, kim putu kırarsa dirilir.
Yeni doğuşu işiten, güç aramaz; çünkü onun kudreti gücünden değil, tazeliğinden gelir. Güç tükenir, kuvvet azalır, kalabalık dağılır. Fakat tazelik bitmez; çünkü hakikat her an yeniden doğar. Bu yüzden yeni doğuşu işiten asla tükenmez.
Yeni doğuşu işitenin sözü canlıdır. Onun dudaklarından çıkan kelime, donuk bir tekrar değil, diri bir doğuştur. O söz taş gibi düşmez, nehir gibi akar. İşitenler o sözde hayat bulur, çünkü o söz kendi içinde sürekli yenilenmektedir.
Yeni doğuşu işitenin bakışı da farklıdır. Onun gözü donuk değildir; her şeyde tazelik görür. Aynı ağacı gören kalabalık onu sıradan sanırken, o göz her defasında yeni bir doğuş görür. Çünkü bakışında taş değil, akış vardır.
Yeni doğuşu işitenin varlığı, çevresine kudret verir. Onun yanında duran, kendi donukluğunu fark eder. Onun kelimesini duyan, kendi tekrarına yabancılaşır. Çünkü hakikatin tazeliği, donukluğu utandırır, ölü gibi yaşayanı çıplak bırakır.
Yeni doğuşu işiten, helakin dışındadır. Çünkü helak, tekrar edenin payıdır. Dirilik ve kudret, yalnızca yeni olanı işitende bulunur. Bu yüzden kudretin sırrı, kalabalıkta değil, yeni doğuşu işitebilen tek bir kulaktadır.
Tekrar, sessiz bir ölümdür. Kişi aynı kelimeyi döndürür, aynı manayı savunur, aynı alışkanlığı sürdürür. Dışarıdan diri görünür ama içi boşalmıştır. Tekrarın içinde hareket vardır fakat hayat yoktur. Ölüm böylece gizlice yaşanır.
Yeniden ise diriliğin ta kendisidir. Çünkü yeniden, aynı kelimenin başka bir yüzle doğuşunu işitmektir. Aynı satırda bambaşka bir ışık görmek, aynı nefeste bambaşka bir tat almak, aynı kelimede bambaşka bir çağrı duymaktır. Dirilik buradadır.
Tekrar, insanı taş keser. Taş kesilen, kendi mezarını ayakta taşır. Onun sözleri ağırdır, onun bakışları donuktur, onun nefesi ölüdür. Yeniden gören ise su gibidir. Akar, serinletir, diriltir. Onun sözleri canlıdır, onun bakışları tazedir, onun nefesi hayattır.
Tekrarın yolunda giden toplum, kalabalık mezarlık olur. Yenidenin yolunda giden toplum, kalabalık bahçe olur. Birinde taşlar üst üste yığılır, diğerinde filizler toprağı yarar. Birinde sessizlik ölümü gizler, diğerinde canlılık hayatı açığa çıkarır.
Tekrar, sonun başlangıcıdır; yeniden, başlangıcın sonsuzluğudur. Tekrarla yaşayan ölür, yenidenle yaşayan dirilir. Hakikat hep yeniden doğar; bu doğuşu işiten yaşar, bu doğuşu inkâr eden kendi mezarına zincirlenir.
Yeni doğuşu inkâr eden, aslında hakikati susturamaz; çünkü hakikat onun inkârına rağmen akmaya devam eder. Fakat inkâr edenin kendi kulakları sağırlaşır, kendi gözleri körleşir, kendi dili taş kesilir. Helak, hakikatin yokluğu değil, insanın kendi kapanmışlığıdır.
Yeni doğuşu inkâr eden, kelimeyi sabitler. Onu kalıba döker, donuklaştırır, putlaştırır. Sonra da o putun önünde secde eder. Böylece kendini sadık zanneder ama aslında kendi mezarına eğilmektedir. Put, insanın kendi taşlaşmış hâlidir.
Yeni doğuşu inkâr eden, toplumları da felakete sürükler. Çünkü bir toplum hakikati sabitlediğinde, yeniyi işitmez. Yeniyi işitmeyen toplum taş kesilir, taş kesilen toplum kırılır ve yıkılır. Yıkılışın en derini, dışarıdan diri göründüğü hâlde içeriden ölü olmaktır.
Yeni doğuşu inkâr eden, kendi helakini kendi elleriyle hazırlar. Çünkü inkâr, hakikatin akışını durdurmaz, yalnızca inkâr edeni dışarıda bırakır. Akış sürer, doğuş devam eder, hakikat tazelenir. Helak olan, akışı reddedenin kendisidir.
Yeni doğuşu inkâr edenin hükmü budur: O, kendi putunun önünde ölür. Kendi tekrarının içinde taş kesilir. Kendi kalıbının içinde mezarını taşır. Yaşayan ise yeni doğuşu işiten, kelimenin tazeliğine kulak verendir.
Her doğuş sûreti, aynı kaynaktan doğar ama aynı değildir. Çünkü hakikat tek bir kalıba sığmaz; her an başka bir yüz, başka bir yön, başka bir derinlik açar. Dün duyduğun söz ile bugün işittiğin söz aynı görünse de, manası başka bir hakikate açılır.
Her doğuş sûreti, insanın idrakine yeni bir pencere açar. Bu pencere dün kapalıydı, bugün açıldı, yarın başka bir yöne dönecek. Kim aynı sandıysa kapıyı kilitledi, kim farklı gördüyse o kapının eşiğinden geçti. Hakikat kapalı değildir, kapalı olan insanın kendi gözüdür.
Her doğuş sûreti, tarihe hapsedilemez. Tarih, doğuşların izini taşır; fakat hakikat şimdi doğar. Dünle sınırlamak hakikati öldürür, yarına ertelemek hakikati unutturur. Şimdi, hakikatin doğuşunun mekânıdır. Bu doğuşu işiten, zamandan kurtulur.
Her doğuş sûreti, toplumu da bireyi de diri tutar. Çünkü farklı yüzler, farklı anlamlar, farklı derinlikler işiten bir toplum taşlaşmaz. Her yeni doğuş, onu yeniden canlandırır. Tekrar eden toplum taş olur, farklı doğuşları işiten toplum hayat bulur.
Her doğuş sûreti, kurtuluşun yoludur. Aynı sandığında helak başlar, farklı gördüğünde dirilik doğar. Bu yüzden hakikatin her an yeniden doğuşunu işitmek, ölümlülüğün zincirini kırar. Kurtuluş, doğuş sûretini işitendedir.
Yenilenmeyi inkâr eden, aslında hakikati koruduğunu sanır. Oysa yaptığı, hakikati kalıba döküp taşlaştırmaktır. Taşlaşan şey, artık canlı değildir; sadece puttur. Put, yeniyi reddetmenin, sabit olana tapmanın eseridir.
Yenilenmeyi inkâr eden, kelimenin tazeliğini göremez. Aynı kelimeyi tekrar eder, aynı manayı sürdürür, aynı sesi kutsar. Ona göre bu bağlılıktır. Gerçekte ise kendi putuna tapmaktır. Çünkü hakikatin kendisi akışkandır, akışı reddeden putperesttir.
Yenilenmeyi inkâr eden, toplumu da putlaştırır. Aynı törenler, aynı sloganlar, aynı yüzler etrafında dönen bir millet, artık diri değildir. O millet kendi taşlarını yüceltir, kendi mezar taşlarının etrafında toplanır. Bu kalabalık, bir ibadet sanılsa da aslında bir cenazededir.
Yenilenmeyi inkâr eden, kendi putunu kutsar. O putun adı bazen gelenek olur, bazen söz, bazen suret. İsim değişir, fakat hakikat aynı kalır: canlı olan öldürülmüş, taş olan yüceltilmiştir. Böylece helak, sadakat sanılır.
Yenilenmeyi inkâr edenin zihniyeti budur: O, hakikati koruduğunu düşünürken, hakikati putlaştırır. Put ise insanın kendi donmuş hâlidir. Dirilik, putu kırmak ve her an yeniden doğan hakikati işitmektir.
Her doğuş, şimdide olur. Geçmişte kaldığını sanmak yanılgıdır, geleceğe ertelendiğini düşünmek aldanıştır. Hakikat dün bitti, yarın başlamadı; hakikat her an şimdide doğuyor. Şimdi, varlığın asıl mekânıdır; başka hiçbir zaman hakikati taşımaz.
Her doğuş şimdide gerçekleştiği için, dünün sözü donmuş bir izdir. O söz bugün yeniden doğmadıkça ölüdür. Dün işitilen kelimenin bugünde aynı sanılması, işte bu yüzden helakin işaretidir. Çünkü hakikat asla dünle sınırlı kalmaz, bugünde yeni bir doğuşla görünür.
Her doğuş şimdide gerçekleştiği için, yarına kaçış da kurtuluş değildir. "Yarın anlayacağım, yarın göreceğim" diyen aslında kendi uykusunu uzatıyordur. Yarın geldiğinde, hakikat yine şimdide doğacaktır. Kaçışın adı hep yarındır, diriliğin adı hep şimdi.
Her doğuş şimdide gerçekleştiği için, insanın kurtuluşu da şimdidedir. Geçmişe saplanmak ölümdür, geleceğe sığınmak boş hayaldir. Yaşayan, şimdide doğanı işiten kişidir. Çünkü hakikat, şimdinin dışında asla bulunmaz.
Her doğuş şimdide gerçekleştiği için, şimdiyi göremeyen kendi helakine yürür. Şimdiye kulak veren ise diri kalır. Bu yüzden bütün sır şimdidedir. Şimdi doğan hakikati duyan yaşar, şimdi doğan hakikati duymayan ölür.
Tekrar eden, kendi mezarını kendi diliyle kazar. Ağzından çıkan her aynı kelime, taş taş üstüne konur, sonunda bir mezar yükselir. Bu mezarın içinde hâlâ yürür, hâlâ konuşur, hâlâ yaşadığını sanır; fakat aslında ölüdür. Tekrarın gizli ölüm olduğu işte burada açığa çıkar.
Yeniyi işiten ise kendi dirilişini kurar. Onun dili taş değil, su gibidir. Her kelimesi akış taşır, her nefesi yeni bir doğuş getirir. O kişi aynı kelimeyi söylese bile, her defasında başka bir hayat açar. Böylece kelime onun mezarı değil, dirilişi olur.
Tekrar edenin sözleri ağırdır. O sözler insana yük olur, insana taş gibi çöker. Dinleyen de yorulur, konuşan da donar. Yeniyi işitenin sözleri ise hafiftir; çünkü hayat taşımaktadır. Dinleyen canlanır, söyleyen genişler. Söz nefes olur, nefes hayat olur.
Toplumlar da bu iki yoldan birine düşer. Tekrar eden toplum mezarlık olur; çünkü aynı kelimeyi döndürür, aynı yüzleri yüceltir, aynı manayı sabitler. Yeniyi işiten toplum bahçe olur; çünkü her an yeni filizler açar, her kelimeyle yeni bir doğuş yaşar.
Tekrar eden kendi mezarını hazırlar, yeniyi işiten kendi dirilişini kurar. Ölüm ile hayat arasındaki fark, buradadır. Tekrar zincirdir, yeniden doğuş özgürlüktür. Tekrar taş, yeniden doğuş sudur. Tekrar eden taş kesilir, yeniden işiten su gibi akar.
Yeniliği gören göz, her şeye taze bakar. Aynı ağacı görür ama her defasında başka bir doğuş görür. Aynı kelimeyi okur ama her defasında başka bir ışık bulur. Bu göz diri gözüdür; çünkü hakikatin sürekli değişen yüzlerini görmeye açıktır.
Aynı sanan göz ise taşlaşmıştır. Aynı manayı görür, aynı biçimi sürdürür, aynı yüzü tekrar eder. Bu göz ölü gözüdür; çünkü gördüğü şeyin donmuş olduğuna inanır. Donuk olanı gören, hakikati görmeyendir.
Yeniliği gören göz, şimdiyi yakalar. Dünle oyalanmaz, yarına kaçmaz. Çünkü bilir ki hakikat sadece şimdide doğar. Onun için her bakış bir diriliştir. Çünkü aynı anda, aynı şeyde, başka bir yüz açılmaktadır.
Aynı sanan göz, kendini güvende sanır. Çünkü değişmeyeni görmek kolaydır. Taş gibi sabit olanı seyreder, bununla huzur bulur. Ama bu huzur mezar sessizliğidir. Dirilik aramayanın gözü, kendi taşına bakmaktan başka bir şey yapmaz.
Yeniliği gören gözle aynı sanan göz arasındaki fark, hayatla ölüm arasındaki farktır. Biri sürekli doğuşu görür, diğeri donmuş tekrarı. Biri yaşar, diğeri ölür.
Yeni manayı duyan kulak, aynı sesi her an başka bir doğuş olarak işitir. Aynı kelimeyi dinler ama dün duyduğunu bugün aynı sanmaz. Çünkü hakikat sabit değildir, akıştır. Bu kulak diridir; çünkü dirilik, sürekli doğuşu işitmekle mümkündür.
Aynı sanan kulak, kendini sadık zanneder. Aynı sesi tekrar tekrar duyar, bununla bağlılık gösterdiğini düşünür. Oysa bu bağlılık değil, helaktir. Çünkü kulak işitmeyi bıraktığında değil, işittiğini aynı sandığında ölür.
Yeni manayı duyan kulak, zamanın sırrına erer. Dün işittiği sesle bugün işittiği sesin aynı olmadığını bilir. Ses aynı gibi gelse bile, mana farklıdır. Bu farkı duyan diri kalır; çünkü hakikat her an yeni bir surette doğar.
Aynı sanan kulak, monotonluğun mahkûmudur. O kulak için dünya susmuştur, çünkü hep aynı ses dolaşır. Oysa hakikat konuşmaya devam etmektedir. İşitmeyen hakikati susturmaz, sadece kendi helakini hazırlar.
Yeni manayı duyan kulakla aynı sanan kulak arasındaki ayrım, kurtuluşla helak arasındaki ayrımdır. Birisi hakikatin akışına katılır, öteki kendi taşlaşmasına gömülür. Yaşayan, işiten kulaktır; ölü olan, aynı sanan kulaktır.
Yeniden doğuşu söyleyen söz, diri bir nefes gibidir. Ağza alındığı anda taşlaşmaz, akışa karışır. Bu söz, söylenirken yeniden doğar, dinleyen kulakta başka bir doğum yapar. Böyle söz, ölüleri diriltir, donukları çözer, kalıpları kırar.
Tekrarı döndüren söz ise kuru bir yankıdır. Dudaklardan çıkar ama manayı taşımaz. Aynı cümle defalarca söylenir, fakat hiçbir yeni doğuş meydana gelmez. Bu söz taş gibi düşer, ağızdan çıkan mezar taşı olur.
Yeniden doğuşu söyleyen söz, insanın içini genişletir. Çünkü her defasında başka bir hakikat açılır, başka bir yüz görünür, başka bir nefes alınır. Böyle söz, söylenenden bağımsız olarak canlıdır; çünkü hakikat kendi doğuşunu o sözde gerçekleştirir.
Tekrarı döndüren söz, hem söyleyeni hem dinleyeni tüketir. Konuşan kendini sadık zanneder, dinleyen kendini güven içinde hisseder. Oysa ikisi de helakın içindedir. Çünkü aynı sanılan söz, hakikatle bağı kopmuş sözdür.
Dil ya ölüdür ya diri. Ölünün dili tekrar eder, dirinin dili yeniden doğuşu söyler. Ölünün dili taş kesilir, dirinin dili akış olur. Kurtuluş, dilin yeniden doğuşu söylemesindedir; helak, dilin tekrar döndürmesindedir.
Mezar taşlarıyla konuşan millet, aynı sözleri döndürür, aynı nutukları bağırır, aynı sloganları kutsar. Dillerinde hareket vardır ama sözlerinde dirilik yoktur. Böyle millet, kendi cenazesini bayram gibi kutlar.
Yeniden doğuşu işiten millet, her sözde yeni bir anlam bulur. Aynı kelimeyi tekrar etse bile, o kelime onlarda başka bir doğuşa dönüşür. Bu yüzden dilleri taş değil, su gibidir. Akar, yeniler, diriltir.
Mezar taşlarıyla konuşan millet, kendi putlarının etrafında döner. İsimler değişir, yüzler değişir ama sözler aynı kalır. Bu aynı kalış, felaketin habercisidir. Çünkü taşlaşan dil, toplumu diri tutmaz, sadece yığar.
Yeniden doğuşu işiten millet, kendi tarihini sırtında taş gibi taşımaz; tarihin içinden doğan sesi şimdi işitir. Onlar için geçmiş bir yük değil, doğuşun izi olur. Gelecek bir hayal değil, doğuşun vaadi olur. Hakikat şimdide dirilir.
Toplum ya mezar taşlarıyla konuşur ya da yeniden doğuşu işitir. Birincisi helak yoludur, ikincisi diriliş yoludur. Milletin kaderini belirleyen şey, hangi dili konuştuğudur. Taş mı, su mu? Ölüm mü, hayat mı?
Tekrar eden liderler, halkın kulağına hep aynı sözleri fısıldar. Onların nutukları kalabalığı coşturur gibi görünür ama aslında sadece uyuşturur. Çünkü aynı kelimeyi döndürmek, yeni bir hakikat getirmez; taş gibi ağır, boş bir gürültüden ibarettir.
Yeniden doğuşu işiten önderler, dillerinden yeni manalar taşır. Onların sözleri eski kalıpları tekrar etmez, her an yeni bir dirilişe çağırır. Dinleyen, o sözde kendini bulur, çünkü o söz taş değil, akıştır; donuk değil, canlıdır.
Tekrar eden liderler, put üretir. Kendi adlarını, kendi cümlelerini, kendi sembollerini kutsar. Halkı da bu putların etrafında döndürür. Fakat put yıkıldığında, o liderin de, o toplumun da hükmü sona erer. Çünkü taş yıkılmaya mahkûmdur.
Yeniden doğuşu işiten önderler, put kurmaz, yol açar. Onların dili, taş dikmek değil, yeni kapılar açmaktır. Bu yüzden onların sözü toplumun nefesidir; geçmişi zincirlemez, geleceği hayale kaptırmaz, şimdide doğan hakikate çağırır.
Lider ya tekrar eder ya da yeniden doğuşu işitir. Tekrar eden halkını ölüler arasına katar, yeniden doğuşu işiten halkını diriler arasına yükseltir. Milletin kaderini belirleyen, hangi lidere kulak verdiğidir.
Tekrarın yoluna girenler kalabalık olur. Aynı sözleri bir ağızdan söylerler, aynı sloganları bağırırlar, aynı hareketleri yaparlar. Bu kalabalık dışarıdan diri görünür ama gerçekte ölüdür. Çünkü tekrarın içi boş, sesi kısırdır.
Yenidenin yoluna girenler çoğu zaman yalnızdır. Onların sözü kalabalığın gürültüsünde kaybolur gibi görünür. Fakat bu yalnızlık ölü değil, diridir. Çünkü yeniden işiten, hakikatin sürekli doğuşuna kulak vermiştir; bu kulak tek başına kalsa da bütün kalabalıktan daha canlıdır.
Kalabalığın ölümü gürültülüdür. Herkes bağırır ama hiç kimse işitmez. Herkes konuşur ama hiç kimse anlamaz. Aynı sözler çoğalır, çoğaldıkça hafifler, hafifledikçe kaybolur. Tekrarın kalabalığı, boş bir yankıdan ibarettir.
Yalnız dirilik ise sessizdir. Bir kişinin işittiği yeni mana, bin kişinin tekrar ettiği aynı sözden daha güçlüdür. Çünkü diriliğin kaynağı kalabalık değil, hakikatin doğuşudur. Bir kişi işitirse, bütün bir çağ işitmiş olur.
Kalabalık ölüm, sahte bir güç gösterisidir; yalnız dirilik ise hakiki kudretin sırrıdır. Tekrar edenler kalabalık ölülerdir, yeniden işitenler tek başına dirilerdir. Ölüm çoktur, dirilik azdır; ama az olan, çoktan daha güçlüdür.
Tekrar insana güven gibi görünür. Aynı cümleyi söylemek, aynı hareketi yapmak, aynı kalıpları sürdürmek, insana sahte bir huzur verir. Çünkü tekrar değişmezlik vaat eder. Oysa bu vaat, ölümün sessizliğinden başka bir şey değildir.
Yeniden doğuş ise güven vermez, risk taşır. Çünkü yeniden işiten, daha önce duymadığı bir manayla karşılaşır. Bu mana eski alışkanlıkları sarsar, kalıpları kırar, kişiyi bilinmeyene sürükler. Fakat riskin içinde dirilik vardır; çünkü hayat değişmeden doğmaz.
Tekrarın güveni, mezar sessizliğidir. İnsan kendini korundu sanır, ama aslında donmuştur. Değişmeyen sabitlik, yaşamı tüketir. Aynı kalan güvenli görünür, fakat bu güvenliğin içinde çürüme vardır.
Yenidenin riski, canlılığın delilidir. Hakikat her an başka bir yüzle doğduğunda, o yüz insanı rahatsız eder. Çünkü alışkanlıklarını yıkar, sahte güvenini bozar. Fakat tam da burada diriliş başlar. Dirilik, rahatsızlığın eşiğinde doğar.
Tekrarın güveni helaktır, yenidenin riski hayattır. İnsan ya mezarın huzurunu seçer ya da doğuşun tehlikesini. Birinde taş kesilir, diğerinde hayat bulur. Gerçek güven, yeniden işitendedir; çünkü onun güveni sabitlikte değil, hakikatin akışında saklıdır.
Tekrar eden toplumlar, kendi çöküşlerini hazırlayan toplumlardır. Çünkü aynı sloganı yüz yıl boyunca bağıran millet, diri değildir; mezar taşlarının üstünde dolaşmaktadır. Aynı törenleri döndürmek, aynı nutukları alkışlamak, o milleti yaşatmıyor, aksine taşlaştırıyordur.
Yeniden işiten topluluklar ise diridir. Onlar geçmişe saplanmaz, geleceğe kaçmaz; şimdide doğan manaya kulak verirler. Bu kulak, aynı sözü her defasında başka bir doğuş olarak işitir. Böyle toplum canlıdır, çünkü hakikatin akışına açıktır.
Tekrar eden toplumların çöküşü sessiz değildir, gürültülüdür. Bayraklar dalgalanır, marşlar söylenir, kalabalıklar toplanır. Fakat bütün bu gürültünün altında derin bir ölüm sessizliği vardır. Çünkü tekrar edilen sözler boş yankıdan ibarettir.
Yeniden işiten toplulukların diriliği sessizdir, ama kudretlidir. Bir kişi yeni manayı işittiğinde, bütün bir topluluk dirilir. Çünkü hakikatin akışı sayıyla değil, tazelikle ölçülür. Bir tek diri kulak, bin ölü dilden daha güçlüdür.
Toplumların kaderi, hangi dile kulak verdikleriyle belirlenir. Tekrarın dili onları çökertir, yenidenin dili diriltir. Çöküş taşlaşmanın sonucudur, diriliş akışın eseridir. Bir toplum ya kendi mezarını yontar ya da kendi dirilişini kurar.
Tekrar eden din anlayışı, ritüeli kutsallaştırır. Aynı sözleri döndürmek, aynı hareketleri sürdürmek, aynı cümleleri ezberlemek, onlara göre bağlılık demektir. Oysa bu bağlılık değil, taşlaşmadır. Çünkü hakikat, tekrar edilen formüllerin içinde diri kalmaz.
Yeniden işiten hakikat idraki, aynı sözü her an yeni bir doğuş olarak görür. O kişi, kelimeyi kalıplaştırmaz; kelime onda her defasında başka bir mana taşır. Bu yüzden onun dini ölü bir ritüel değil, canlı bir akıştır.
Tekrar eden din anlayışı, halkı uyuşturur. İnsanlar yıllarca aynı sözleri söyler, aynı hareketleri yapar, aynı yüzleri yüceltir. Onlar kendilerini güven içinde sanır, fakat bu güven mezar sessizliğidir. Din, böylece diri bir hakikat olmaktan çıkar, ölü bir gelenek hâline gelir.
Yeniden işiten hakikat idraki, kalabalığı diriltir. Çünkü o, aynı sûrede başka bir yüz görür, aynı duada başka bir ses işitir, aynı nefeste başka bir doğuş yakalar. Onun için din, geçmişin kalıbı değil, şimdinin diriliğidir.
Din ya tekrar eden bir ritüel olur ya da yeniden işiten bir diriliş. Tekrar ölüdür, yeniden diridir. Bir toplum dinini tekrar eden kalıplara hapsettiğinde helak olur; dinini yeniden işiten kulaklara bıraktığında dirilir.
Tekrar, insanı zincire vurur. Çünkü aynı söz, aynı hareket, aynı mana kişiyi kendi kalıbına mahkûm eder. Bu zincir görünmezdir ama en ağır prangadır. Tekrar eden kendini sadık zanneder, fakat aslında kendi mezarının kapısını kilitlemiştir.
Yeniden, insana özgürlük verir. Çünkü yeniden işiten, hiçbir kelimeyi sabitlemez, hiçbir manayı taşlaştırmaz. O kişi için her söz yeni bir kapıdır, her mana yeni bir ufuktur. Yenidenin özgürlüğü, zincirleri kıran dirilikten doğar.
Tekrarın zinciri, alışkanlıkların sessiz zulmüdür. İnsan o zincirle yürür, konuşur, yaşadığını sanar. Fakat bütün hareketleri ölüdür, çünkü zincir onu taşlaştırmıştır. Tekrarın zinciri insanı taş yapar, taşın kaderi ise yıkılmaktır.
Yenidenin özgürlüğü, akışın nefesidir. O nefeste donukluk yoktur, put yoktur, zincir yoktur. Hakikat her an yeni bir doğuşla açıldığında, o kapıdan giren kişi zincirlerini geride bırakır. Özgürlük budur: yeniden doğuşu işitmek.
Tekrar, zincirdir; yeniden, özgürlüktür. Tekrar eden helak olur, yeniden işiten dirilir. İnsan ya zincirleriyle taş kesilir ya da özgürlüğüyle hayat bulur. Kurtuluş, yeniden doğuşu işitmektedir.